29 Aralık 2013 Pazar

TOPLAMA & ÇIKARMA ÖĞREN


İlkokul öğrencilerinin Toplama ve Çıkarma İşlemlerininde pratik yapmaları için hazırladığım programcık.





23 Aralık 2013 Pazartesi

Çarpım Tablosu 2.00

İlkokul öğrencilerinin çarpım tablosunu öğrenmeleri için daha önceden hazırlamış olduğum oyunun bir kaç yeni düzenleme ile son hali




18 Aralık 2013 Çarşamba

Sabır, Bir Müddet Daha Sabır...

İki yüzlü insanlarla bir arada yaşayıp her yün yüzüne gülüp arkandan kuyunu kazdıklarını bilmene rağmen buna sabretmek. 
Neyse ki Rabbimin de bir hesabı var. Çok şükür Müslümanız da, ölümün hak olduğuna ve ahirete inanıyoruz. 

Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor. (İbrahim Süresi/42)

Suskunluğumuz rıza gösterdiğimizden, korktuğumuzdan yada gücümüzün yetmediğinden değil. Umulur ki günün birinde hatalarını anlarlar da "O DİN GÜNÜNDE" kurtulanlardan olurlar. 

23 Ağustos 2013 Cuma

Sözün Çoğu

Her şey o kadar birbirine karışmış durumda ki artık hiç bir şeyi bir birinden ayıramaz oldun. Önceleri bir şeylere baktığımızda sadece kendimizi çevremizde olan üç beş kişiyi de içine katarak düşünürdük ama şimdi...

Artık her şey çok farklı bir hal aldı. Bir bakıyorsunuz dünyanın bir ucunda bir kişi bir kişiye selam vermese gelip ucu bize dokunuyor. Bir nefes alacak olsak birilerine fazla gelmeye başladı.

Olaylar ne ara böyle olmaya başladı? Ne ara bütün dünya bir atomun içine sıkıştı, ne ara nefesimiz birilerine zarar vermeye başladı...

Sürekli düşünceler içinde sözün çoğundan kaçınırcasına sadece düşünüyor ve düşünüyorum ama bir türlü bir sonuca varamıyorum.

Ve sonra iyi ki de Müslümanım diyorum. Ne de olsa bizim hesaplarımın çok çok üzerinde bilmemiz gereken bütün sözleri bize asırlar öncesinden bildirmiş olan bir Rabbimiz var.

Şimdi asırlar sonra sözün çoğundan kaçınıp sadece düşünüyorum ve kendi adıma bu insanlara sadece ve sadece üzülüyorum.

Kimilerine üzülüyorum gerçekten cahiller, hiç bir şey bilmeden körü körüne at gözlükleriyle bir yerlere doğru kırbaçlanıp sürülüyorlar, çektikleri arabanın ne nereye gittiğini nede ne taşıdığını bilmiyorlar.

Kimilerine üzülüyorum, öyle bir yalanın içine düşmüşler, öyle bir yalana hulûl etmişler ki artık kendilerini bile yalandan ayıramaz olmuşlar.

Kimilerine de üzülüyorum ki bu kadar gözü dönmüşlük, bu kadar inat neye, ne için çabalıyorsunuz, bile bile nasıl oluyor da Rabbinizden yüz çevirebiliyorsunuz.

Ve ben yine sözün çoğunu bir kenara bırakarak, sükûtuma devam etmeye çalışıyorum.

Söylenmesi gereken her şeyi söyleyen Rabbime hamdederek, şükrederek...

5 Temmuz 2013 Cuma

Bilseler yapmazlardı!...

Her geçen gün Müslümanlar biraz daha güçlenmekte, bunu hazmedemeyen kendini bilmez insanlar ellerinden gelenleri yapmaya, Müslümanların arasına fitne sokmaya çalışmaktalar. Kimi yerlerde başarılıda olmuyor değiller. Ama göz ardı ettikleri bir şeyler var. Rabbimizin vaadi var, bu dinin sahibi odur. Müslümanlara yapılan eziyetler zulmedenin yanında kalmayacaktır. Allah'ın vaadi haktır. Bu dinin sahibi, bu dini elbetteki muhafaza edecektir. Rabbimiz bu dini kafirin eli ile de insanlar arasında yükseltmeye, yüceltmeye muktedirdir.

Birileri zannediyor ki karşılarında onların silahlarıyla, paralarıyla, saltanatlarıyla mücadele edemeyecek bir kaç insan var. Bilmiyorlar ki savaş açtıkları onları da yaratmış olan Rabbleri.

Bilseler yapmazlardı!...

27 Nisan 2013 Cumartesi

Hayatın Mısraları

Hayan her an yeni bir mısrayla çıkıyor karşımıza. Her an bir şeyler anlatmak için çabalıyor adete. Hiç bir şeyin hayatta manasız ve maksatsız olmadığını düşününce artık her şeyin anlamını aramaya başlıyor insan. Bir bakıyorsun etrafına onlarca şey, bir sürü olay gerçekleşiyor. Sadece bunlarla sınırlı da değil tabi ki. Her şeyi ayrı ayrı incelemek gerekiyor. Her şeye bir bütün olarak bir de parça olarak bakmak gerekiyor. Aynı kendi hayatımızda olduğu gibi. Bir durup düşünmek gerekiyor, hayatımız boyunca genel hatları ile neler yapmışız neler yaşamışız. Sonra her şeyi incelemeye başlamalıyız, bir kişiyle neler yaşamışız, bir yılda neler yaşamışız, bir günde neler yaşamışız. Ve en sonunda şu anda ne yaptığımızı sormalıyız kendimize. Bu sorguyu sadece kendimiz için değil, hayatta ki her şey için yapmalıyız. Önümüzdeki bir bardak suyu düşünelim. Nasıl bardağa kadar geldi, hangi kayanın altından çıktı, yada ne zaman gök yüzünden bir yağmur olarak düştü. Bahar geldiğinde yeşeren bir ağacı düşünelim, bir kaç hafta önce yaprağı olmayan ama şimdi yeşile bürünmüş ağacı. Yada rüzgarın uçurduğu bir toz tanesini düşünelim. Acaba yolu nereye doğru gidiyor. Güneşe bakalım bazen, o ihtişamıyla hala aydınlatıyor bizi, acaba hiç şikayet ediyor mu? İnsan bakınca içine huzur veren ayı düşünelim, nasıl oluyor da insanı büyüsüne kaptırıyor. 

Hayattaki her şey bir amaç için akıp gidiyor böylesine. Her şey ayrı bir mısra yazıyor ama okumasını bilene.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Gururlanan Türkler

Türk olmak bir gurur kaynağı olmalı mı? Bence kesinlikle hayır. İnsanların kendilerinin seçemeyeceği bir özelliklerinden dolayı gururlanmaları çok mantıksız ve cahilce bir düşünce bence. Zira kendisini nesebinden, yaratılışından dolayı öven ilk varlık şeytan daha sonrada ise hala tüm dünyanın başına musallat olan İsrailoğılları'dır. İnsanları yaratan Rabbimiz eşit olarak yaratmış ve üstünlüğün ancak Allah (cc)'a yakınlıkla paralel olduğunu söylemiş.

Peki bunlara rağmen nedir sesi yüksek çıkan ama icraata, işe gelince ortalıkta olmayan kişilerin derdi ne? Bu kişilere soruyorum, Türk olarak ne yapmışlar bu güne kadar. Hani Türklükleri ile övünüyorlar ya onu soruyorum. Eğer Türk olarak bahsettiğimiz Kurtuluş savaşında, Çanakkale'de vatanı için canlarını hiçe sayanlarsa ben bu şimdi ki gururlu Türklere soruyorum, erkek yada bayan olsun hiç önemli değil vatanları için ne yaptılar, ne yaptınız? Kahve köşelerinde, okey masalarında, tavlada zar sallarken, internette "ki Türklükle alakası olmayan en büyük icat!" vakit geçirerek mi Türk olmuşlar. Benim bildiğim Sütçü İmama bir baş örtüsü için savaş başlattı, peki bizim gururlu Türklerimiz bunca yıllardır, neredeydiler, kendi bacılarını bir kenara atıp günlerini gün ettiler de susup bir köşeye çekildiler. Bu nasıl Türklük müş? Sadece gülüp geçiyorum bu laf kalabalığı yapan insanlara, madem ülkelerini o kadar düşünüyorlar ne yapıyorlar vatanları için? Herkesin kendisine göre bir işi uğraşı var değil mi?

Hani bizim doktorlarımız, ne yaptılar vatanları için, hani bizim mühendislerimiz? Ne ürettiler bu vatan için? Hani bizim hocalarımız, kime ne anlattılar? Bunu mu öğrettiler gelecek nesillere? Türküm diye geçinip Türklüğe laf kondurmayanlar nerede, ne yaptılar Türkiye için. Türk olmak iki harften oluşmuyor, bir kaç yere TC yazmakla Türk olunmuyor.

Soruyorum bu Türklere, gururlu Türklere; Bulgarlarla aynı soydan değil mi Anadolu Türkleri? Peki onlara neden Türk denilmiyor? 

Türkü Türk yapan dinidir. Boş laf kalabalığı yapmak ya cehalettendir yada bu milleti birbirine düşünme isteğindendir. 

Övünülecek bir şeyimiz varsa o da insanlığa olan faydamızdır, yahudiler gibi diğerlerini alçak görmekle kendimiz yükselemeyiz, eğer biz yükseksek bunu zaten izaha gerek yoktur, herkes aşağıdan bakar. Alçak insan kendini yükseltmek için başkalarını küçük görmeye çalışır. 

Ve Elhamdülillah, Müslümanım.

7 Nisan 2013 Pazar

Neyi nasıl, ne için yapmak? 1

Herkesçe malum imtihan dünyasında yaşıyoruz. Peki bu dünyada ölçülerimiz neler olmalıdır? Önümüze gelen bir olay, bir konu üzerinde davranışımız da standartlarımız neler olmalıdır?

Bazen insanın hiç bir şeyi umursamadan, geçmişte edindiği tecrübeler geliyor aklına, bazen etkisinde kaldığı bir olay, bazen kanunlar kurallar insanın elini ayağını bağlıyor, bazen başkaları ne der diye düşünüyor bazen vicdan giriyor araya. Bir kararı verebilmek için o kadar çok etkilendiğimiz, etkisinde kaldığımız şey var ki hayatta.

Peki bunca muammaya rağmen biz neyi nasıl yapmalıyız?

Aslında çok önemli bir mevzu, neyi nasıl yapmak. Yaptığımız işlerde verdiğimiz kararlarda standartlarımızın neler olduğu. Bahsetmiş olduğum sadece önemli meselelerdeki kararlar değil. Günlük hayatımızdaki her konuda her şeyde verdiğimiz karar.

Suyu içerken bardağın sonunda bıraktığımız bir kaç damla sudan tutunda, tabağımızda kalan bir pirinç tanesine... Bir insana baktığımızda yüzümüzün ifadesinden tutunda, yolda gördüğümüz bir dilenciye karşı tavrımıza. Ayağı kırık bir hayvan gördüğümüz deki, kalbimizin hissiyatından tutun da bir ağacın yaprağı düşerken içimizde oluşan duygulara kadar her şey. Güneşin ışıklarına bakamadığımızdaki düşüncemizle, karanlıkta hiçbir şeyi göremediğimiz andaki düşüncemize kadar.

Yemek yerken ağzınıza bir lokma götürdüğünüzde aklınıza ilk gelen, aç kalmış insanları yoksa yemeğin tuzu için aşçıyı suçlamak mı?

Aklınız, kalbiniz, ruhunuz neyi nasıl düşünüyor? Hangi konuda neye nasıl karar veriyor. Öncelikleriniz neler?

Son yılların en tartışmalı konularından birisi, yeni anaysa yapmaya çalışıyoruz. Peki bunda standartlarımız neler olmalı diye düşünen var mı? Aklı selim ile düşünen? Yıllardır TBMM hiç durmadan yasa, kanun çıkarıyor, yılda bir yeni yönetmelikler çıkarılıyor. Peki bizim standartlarımız ne? İnsanların hayatları öyle bir çember içerisine alınmaya çalışılıyor ki, günün birinde standartlar uğruna dakikada alabileceğimiz nefes sayısı bile kanunlarda yazar bu gidişle. Burada ki kastım kanunlar olmasın, nizam olmasın değil. Söylemek istediğim bunca kanuna yönetmeliğe kafa yoracağına insanlara neyi nasıl, ne için yapacaklarını öğretmek, kalplerine, akıllarına, ruhlarına o bilinci aşılamak daha mantıklı olmaz mıydı? Kısacası söylemek istediğim, sudan tuz nasıl ayıracağımızı günlerce hesaplayacağımıza suya tuzu atmayalım.

Yine bizim sorumuza gelelim. Neyi, nasıl, ne için yapmak?

Günlük hayatımızdaki her işi, nefes almayı, kalbimizin atmasını, insanlara karşı olan davranışlarımızı, günü birlik yapmamız gereken işleri, eşimize dostumuza olan vazifelerimizi nasıl yapmalıyız?

Bir karınca gördüğümüzde ilk aklımıza gelen ne olmalı, bir sorunla karşılaştığımızda, yaramaz insanlarla sıkıntıya düştüğümüzde nasıl davranmalıyız. Kalbimizden geçecek ilk şey ne olmalı. Kısacası nasıl bir hayat yaşamamız gerekiyor. Bir ağaca baktığımızda sadece odun mu görmeliyiz yoksa bize oksijen üreten bir varlık mı? Yoksa gölgesinde dinlene bileceğimiz bir dalda mı? Yoksa meyvesini tüketebileceğimiz bir cisim mi? Bir ağaç baktığımızda ama önemli olan onu gördüğümüzde hissettiklerimiz ve bizim davranışlarımız. 

En basit örnek, bir bıçak gördüğümüz de aklımıza gelen ekmek kesmek mi adam öldürmek mi?

İnsanlara şaşmamak elde değil. Hayat aslında o kadar da karmaşık değil ama insanlar hayatı karmaşık hale getirme konusunda oldukça uzmanlar. İşte burada bakmamız gereken önümüzdeki olaylar sorunlar değil. Binlerce farklı olay var, Mühim olan bunların her birisine aynı şekilde tepki, reaksiyon verebilmek. 



22 Mart 2013 Cuma

Gülmeden edemiyorum!

Vakit biraz geç oldu ama günün haberlerine bakmadan olmazdı. Ve gülmeden geçemedim. Ve şunu anladım ki tekrar, insanlar neye nasıl bakmak istiyorlarsa öyle bakıyorlar. Çok yazık gerçekten. İnsanlar bu kadar nankör olmamalı. Çok mu mantıksız söylediklerim. Hani nevruzdu ya, kutlamalar vardı, birisi mektup yazmış da okunmuş. Sonu hayır olur inşallah, sabırla bekliyoruz. İnşallah birileri birilerinin sabrını taşırmadan her şey çözülür. Gerçi çözülecek ne varsa artık?

16 Mart 2013 Cumartesi

Düzensiliğin Düzeni

Her şey de o kadar çok düzen aramaya başladık ki bize düzensiz gelen her şeyi neredeyse bir kenara atmaya başladık. Önümüze her ne gelirse anlayabilmek için olabildiğince basite indirgemeye çalışıyoruz. Aslında burada insanoğlu kendi acziyetini anlamaya çalışacağına bir çok yeni hayaller kurup, kendini haklı çıkarmak için sonun gelmeyen savunmalar yapıyor.

Mesela bilim insanları bir şeyi inceleme başladıklarında hemen geride ne varsa bir köşeye atıp bir atoma kadar iniyorlar ve hemen de hidrojeni seçiyorlar ki her şeyi anlamayı kolaylaştırsınlar diye. Ama yinede pek bir şeyin anlaşıldığını söylemek mümkün değil sanırım.

Bir iplik gibi sırası ile bir şeyler çözüme ulaşıyorsa bunları araştırmak, incelemek konusunda baya ileriye gittik insanoğlu olarak ama gel gör ki söz konusu ipimizde bir düğüm olursa her şey birbirine karışıyor ve acziyetimiz karşımıza çıkıyor.

Ama bu düzensiz gibi görünen yapılara biz uzaktan baktığımızda o kadar farklı şeyler oluyor ki. Söylemek istediğimi şöyle açıklayayım. Mesela, elektronik devre ve devre elemanlarında inceleme açısından genelde tek atomlara sahip olan malzemeler kullanıyoruz. Yaptığımız her şeyde kendimize göre bir düzen istiyoruz ve bu düzenden en ufak bir sapma olursa bu kusurlu diyoruz, bunun en bariz örneği, aynı fabrikada aynı anda üretilen iki cihazın birinin yıllarca çalışması diğerinin ise kısa bir sürede bozulması. İşte bu bizim kendi hesaplarımıza göre olması gereken düzenin önemini bize gösteriyor. Ama yaptığımız her şeyin neredeyse üç beş elementi aşmayacak şekilde olması bizler için çok önemli. Diğer taraftan baktığımızda yapacağımız işlerde bir kaç atom söz konusu değilde bu bir kaç beş on olursa bizim ilmimiz burada bitme noktasına geliyor ve sistemlerin çalışması tamamen farklılaşıyor. işte burada düzensizlik söz konusu oluyor ve biz bunları bir çeşit kusurlarla ifade etmeye çalışıyoruz.

Benim söylemek istediğim kısımda tam burası işte, bu kusur olarak nitelendirdiğimiz kısım da neden bir düzenin olmayacağını düşünmüyoruz. Söz konusu duruma "kelebek etkisi" olarak baktığımız da bu mesele çok güzel bir şekilde izah oluyor. Bizim kusur olarak gördüğümüz şey aslında bir çok olayın etkisi ile olması gereken şeyin tamamı ile kendisi olur. Yani bizim hata olarak algıladığımız kısım aslında tam da olması gereken şey. İşte burada yine insanın acziyeti söz konusu. Bizim bilmediğimiz, ama bir şeylerin doğru düzgün olması için gerekli olan düzeni Rabbimiz bizim anlamayacağımız bir şekilde oluşturuyor.

Bizim düzensiz diye gördüğümüz her şeyde aslında bir düzen mevcut. Yani Rabbimiz her şeyi bir hayır ile beraber yaratıyor. Sadece bizim idrakimiz bunu algılayacak düzeyde değil. Elimizdeki ipte düğüm varsa biz yolun yönünün değiştiğini sanıyoruz ama sadece gideceğimiz mesafeye gitmemiz gereken zamanın uzaması gerektiğinin farkında olamıyoruz.

13 Mart 2013 Çarşamba

Haklı İnsanlar

Her bir insan farklı şeyleri hayal ediyor, bazılarının hayalleri bazılarına o kadar uçuk geliyor ki. İnsan oğlu birbirinden o kadar farklı ki. Bir insanın ak dediğine diğeri kara diyebiliyor gönül rahatlığıyla. Ya da birinin kabul ettiğini diğeri kolayca redde biliyor. 

Bazen bunun ne kadar  iyi bir şey olduğunu düşünüyorum, bazen de anlam veremiyorum. 

Peki bunu güzel kılan ne? İnsanların farklı olmaları, farklı düşünmeleri o kadar önemli ki, eğer herkes aynı şeyi düşünseydi, aynı şeyi isteseydi ne olurdu? Her an bir kavga, bir gürültü bir patırtı olmaz mıydı? Bazı konularda da insan anlam vermiyor karşısındakine. Kendi açısından bakınca insan o kadar normal bir şey oluyor ama karşısındakine ölümden beter geliyor, yada tam tersi. 

Biraz daha açmaya çalışırsam konuyu, eğer herkes aynı şeyi sevseydi, beğenseydi, mesela herkes aynı arabayı sevmiş, yada aynı evi sevmiş, yada aynı denizi, aynı manzarayı... Bu şekilde sıralayacak olursak günlük yaşantımızda herkes aynı dünyalık meşkâleyi, dünyalık nimeti, beğenip sevseydi, her şey bir çıkmazın içine gömülürdü.

Anlam veremediğim şeylere gelince, bazen çok basit bir duyguyu karşında ki hissedemiyor. Ya da çok basit bir şeyi anlamadım diyor, bazen kendime de kızmıyor değilim, herkesin anladığını düşündüğünü düşünemiyorum yapamıyor. 

İnsanlara her konuda hak vermeye çalışıyorum ama ne kadar başarılı oluyorum orası meçhul. İnsanları farklılıkları ile kabullenmeye çalışıyorum ama...

Kendi kendime soruyorum, kaç tane doğru var diye, özellikle düşünceler konusun da, bundan bir yıl önceye kadar bir tane doğrunun olduğunu düşünürdüm ama zaman geçtikçe doğruların bir kaç tane olabileceğini düşünmeye başladım, işte bu düşüncemin asıl sebebi ise insanların farklılıkları. 

Elbetteki bellik konularda kesin kırmızı çizgiler olması gerekiyor ama, bu kırmızı çizgiler içerisindeki her şeyi doğru kabul etmek mümkün.İşte bu şekilde düşününce Kur'an-ı daha iyi anlamaya başlıyor insan. Çünkü aradığımız her şeyi Kur'an da bulamıyoruz, hadisler müracaat ediyoruz. İşte burada kesin kırmızı çizgilerimizi çizen Yüce Kitabımız. işte geride kalanlar bu kırmızı çizgiler içerisinde hareket etmemizi sağlayacak olanlar. Bunun en güzel örneğini yaptığımız ibadetlerdeki mezhep farklılıkları ile anlamamız mümkün. Zira her insan farklı yaratılmış, her insanın farklı olması gibi, dünyadaki her şey de aynı değil, yani her ortam aynı değil ve her zaman da aynı değil. Ki burada zaman mevzusuna hiç girmeyi düşünmüyorum, zaman başlı başına bir konu. İşte bunları düşündüğümüzde Yüce Kitabımızı anlamam kolaylaşıyor yoksa şundan eminiz ki Rabbimiz bize bu günkü bütün meseleleri nasıl çözebileceğimizi bildirirdi. 

Buradan çıkaracağımız en önemli mesele ise Rabbimizin bize ne kadar merhametli davrandığıdır. Zira bunca farklı insanların olmasına rağmen, bunca farklı zaman ve ortam olmasına karşı, kesin, kati, değişmeyen ve her anımızı programlayan bir kurallar bütünü olsaydı ne yapacaktık?


Kafama takılan en önemli sorulardan birisi de burada karşıma çıkıyor, insanlar bunları hiç düşünmüyorlar mı? yoksa bir şeyleri gerçekten saptırmak için bahane mi arıyorlar yüce Kitabımız da bize anlatılan kıssalar gibi?

Belli başlı kırmızı çizgileri aldığımızda, insanların bunların dışarısına çıkmasını bir kaç şekilde yorumlaya biliriz.
İlk akla gelen insanların bunlardan haberdar olmaması, ardından Rabbimizin merhametine ümit bağlayıp bildiği halde bunları yapması, sonra yaptıklarının karşılığındaki cezayı peşin peşin kabullenmesi ve en sonunda bunları reddetmesi? Peki biz bu grubun hangisine gireriz ve daha önemli olan sorumuz, ahirette bunların karşılıkları nasıl olacak? 

Eğer herkes aynı şekilde düşünseydi, aynı şeyleri hissetseydi sonuç nasıl değişirdi acaba?

İşte burada son olarak söylemek istediğim insanlara, insanların davranışlarına, yaptıklarına baktığımızda unutmamamız gereken en önemli şey herkesin birbirinden farklı oldu. Her insan hata yapar, hatta aynı hatayı yüzlerce kez bile tekrarlar, mühim olan hatasını anlayıp bu hatadan uzaklaşmaya çalışması, belki de bu hatasını düzeltemeyecektir ama hatasını düzeltmek için çaba göstermesi bu insan için en büyük erdem olacaktır.

Kim var ki ben hata yapmıyorum, yada aynı hatayı tekrarlamadım diyebilecek?

9 Mart 2013 Cumartesi

Bilim nasıl bir şey?

Bazen kendi kendime düşünüyorum, bilim nasıl bir şey böyle. Düşündükçe hayretler içinde kalıyorum. Her düşünceden sıyrılıp kullandığınız bilgisayara bir bakın. Önünüzde bir monitör var, içerisinde çeşit çeşit renkler çıkıyor. Bir harddiski var içerisine yüzlerce kitabı, bir insanın öğrenmesinin uzunca yıllar süreceği bilgileri kısa bir sürede yüklüyorsunuz. Çok garip değil mi? Önünüzde bir klavye tuşlara basıp bir şeyler yazıyorsunuz ki dokunmatik ekranlardan hiç söz etmiyorum bile. 

Peki bunca işi yapan ne var ki ortada? Sadece prizden bilgisayarımıza gelen elektrik. Peki bu elektrik ne işe yarıyor? Bir bakmışsınız ses olmuş, bir bakmışsınız görüntü olmuş, bir bakmışsınız bir mühendisin günlerce çözmeye çalıştığı bir problemi saniyeler içerisinde çözmüş. Bunlar hep bilimin bu kadar ilerlemesi! sayesinde.

İşte bunları düşündükten sonra aklıma bunların içindeki sır geliyor. Peki biz bu kadar üstün! bir teknolojiye nasıl oldu da ulaşabildik? İşin aslı sadece atomun etrafındaki bir adet elektronun nasıl hareket edebileceğini bir nebze olsun öğrendik ki elektron hakkında hala bir çok meçhul mevcut. Gerçekten çok garip değil mi? Mikro dünyaya indiğimizde en basit olan şeyi bile biraz tanıma ile ne kadar hayretlere düştüğümüzü görürken peki daha ilerisinde ne var? Hiç bir atomu düşündünüz mü? Bir elektronun çekirdek etrafında dönüşünü? Bazen kendimi bir atom gibi, bazen de bir elektron gibi düşünüyorum ve o alem o kadar farklı geliyor ki. İnsan kendini en sonun da Allah (cc) yüceliğinde buluyor ki bizim aklımızın hayalimizin alamadığı bunca şey asırlardır hiç aksaman çalışmaya devam ediyor. 

Bu güne kadar tefsirlerde hep anlatıldı, Rabbimiz insanlığa ve cinlere meydan okuyarak bu ayetler gibi bir ayet ortaya getiremezsiniz diye buyurmuş. İşte asıl ayet bu değil midir? Dünya üzerinde milyonlarca bilim insanı bir şekilde örgütlenip çalışmalarını yapıyorlar ama sonuçta hala aynı yerde duruyorlar. Bir atomun elektronunda. Birazcık çekirdeğe yaklaştığımızda sonuç hüsran oluyor, hiçbir şekilde hükmetmeye gücümüz yetmeyen nükleer enerji meydana geliyor. 

Astronomi üzerinde bir konferansta bulunuyordum ve konuşmacı konferansta "Allah (cc) insana her şeyi vermiş ama en zayıfını vermiş" demişti göz için. O konferansta buna bir anlam verememiştim zira göz şu andaki bir çok makineden çok daha üstündü, ama o zaman ki cahilliğimi şimdi daha iyi anlıyorum, bizim üretemediğimiz bir göz bile, aklımızın mantığımızın alamadığı bir dünyada ki bu dünya içinde bulunduğumuz dünyadan başka her şeyi içeriyor, hem uzayı hemde mikro dünyayı kastediyorum, çok aciz kalıyor. Her okuduğumuz, her öğrendiğimiz şeyden sonra dahada acizleşiyoruz. 

Artık şunu düşünmeye başladım, bilginin bir sonu yok, en azından insanoğlu için, geçtiğimiz son asrın teknolojideki ilerlemesi gibi milyonlarca asır daha geçirsek yinede öğrenecek o kadar çok şey kalır ki geride. İnsanoğlu o kadar aciz ki. Bazen kendi kendime düşünüyorum bir şeyler öğrenince artık çok şey öğrendim, sanki karşımda dünya duramaz gibi geliyor, sonra bir bakıyorum ki koca bir uzayın içindeyim, bunun içerisinde devasa bir güneş ki uzaya göre bir hiç, sonra dünya diyorum ki dünyada güneşe göre bir hiç, sonra aya bakıyorum bana göre devasa ama dünyaya göre hiç, sonra karıncaya bakıyorum ama oda atomlardan elektronlardan oluşmuş, quarklardan ve daha adını bilmediğimiz onca şeyden oluşmuş. Ve bir hiç olduğumu anlıyorum. 

Peki bu öğrendiklerimiz ne işimize yaradı? Acaba Fatih Sultan Mehmet Han'ın Atak helikopterleri olsaydı İstanbul'u daha rahat mı fethederdi? Ya da Mimar Sinan eline bilgisayarını alıp, projelerini bilgisayarda çizseydi Selimiye nasıl olurdu? Bunlar onların hayatlarını kolaylaştırır mıydı, zorlaştırır mıydı? Çok garip geliyor ama galiba bilim hayatımızı zorlaştırıyor.

Aslında kafama takılan ve sormak istediğim en önemli soru şu: İnsanlar neden kendilerini bu kadar parçalıyorlar bir şeyleri öğrenmek için. Çok şükür Müslümanız ve biliyoruz ki Rabbimiz Allah (cc) insanların kullanma kılavuzu diyeceğim ama teşbihde hata olmaz, Rabbimin affına sığınıyorum, bize Kutsal Kitabımız Kur'an-ı Kerimi göndermiş ve biliyoruz ki son kitaptır ve kıyamete kadar insanlığa yol göstericidir. Peki bize kıyamete kadar yol göstereceğine inandığımız kitabımıza neden her fırsatta sarılmıyoruz da, sağda solda, bize düşman olan insanlarda medet arıyoruz.

Sormak istiyorum, Rabbimiz bu günlerin böyle olacağını bildiği halde kullarına, O'na iman etmiş kullarına kitabında bir yol bildirmemiş midir? Eğer devrimizde önemli olan üstünlük kaidesi ilimse, teknolojiyse, Rabbimiz Müslümanları imanlarından dolayı üstün kılmışsa gönderdiği Kitabında inananlara yol göstermemiş midir? Tabi burada şöyle bir şey de söylemek mümkün, sen çalışmadan bir şey bekleyemezsin. Ama bu böyleyse neden Kur'an-ı Kerim bize Musa (as)'ın halkına kudret helvası ve bıldırcın eti verildiğini bildiriyor.

İnsanoğlu çok aciz. Rabbim sonumuzu hayır eylesin inşallah.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Acı Gerçek

Bazen insan o kadar çok şey yapmak istiyor ki, çevresinde kim varsa mutlu olsun, herkesin yarasına bir merhem sürsün istiyor. Ama birde çevresindekilere dönüp bakıyor, yazık diyor her şeye. Yazık. Dünya dursun istiyor bir anda, hiç bir şeye derman olmasın, bir damla su gerekse de bir yangını söndürmeye, artık dökecek tek damla yaşı kalmamış diyor. Ve ardından vazgeçiyor kendiliğinden, benim onlardan farkım bu diyor. Çekilip kendi köşesine ağlıyor, üzülüyor, ama umudunu yeşertiyor tekrar.

İstiyor ki doğru bildiğini tüm insanlara göstersin...

3 Ocak 2013 Perşembe

Bir Garip Düşünce

Malum geçenlerde bir yılbaşı gecesi yaşadı bütün dünya! Bütün dünya derken kimler var içerisinde bilemiyorum ama emin olduğum kısım Suriye'de yanı başımızda zulüm gören kardeşlerimizin bu yıl başı gecesini yaşamadıkları kesin. Yada Afrika'da bir bardak su için ağlayan çocukların...



Bilemiyorum garip bir dünyada yaşıyoruz işte...

Maksadım duygu sömürüsü yapmak değil. Sadece insan hayrete düşüyor. Bir gün haberlere bakıyorum, bilmem hangi ilimizde kediler katledilmiş çevreciler ayaklanmış... Bilmem nerede bir ağaç kesilmiş çevreciler ayaklanmış... Sözlerim yanlış anlaşılmasın, maksadım kediyi ağacı aşağılamak değil, onları önemsiz göstermekte değil...

Ama sormadan edemiyorum, bu kadar insan bu acıları yaşarken, nasıl olur da sessiz kalabilir bu çevreciler? Yoksa bunların çevresinde sadece hayvanlar mı var?


Nasıl olur da bu çocukları görmezden gelebilirler?


Daha mı az acıklı bir durum var kedi katliamından? Ben gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum.

Sadece çevreciler mi? Peki nerede barışçı Avrupa? Nerede Amerika? Nerede bu demokrasi?

Gerçekten şaşkınlıklar içerisinde kalıyorum. 

Sözlerime başlarken maksadım kendini bilmez insanları, ne olduklarını anlamamış, hala bir ben olma arzusu içinde olmaya çalışanları suçlamak, hor görmek değildi. Benim daha çok garipsediğim asıl mesele, kendimizden bildiğimiz, hani şu Anadolu insanı dediğimiz, ülkemin insanı. 
Bazen kendi kendime düşünürdüm önceleri, çocukluk olsa gerek, sanki ben büyüdükçe ülkem büyüyecek, insanlık neymiş bütün dünya ülkemden öğrenecek bunu. Ama günler geçti büyüdük ama manzara umduğum gibi çıkmadı, ülkem büyümedi istediğim gibi ama kırılan hayallerimin çöplüğü git gide büyüdü.

Her ne kadar bize tarihimiz anlatılmamış olsa da devletimiz tarafından, ki dedelerimizin yazdığı yazıyı bile okuyamaz durumdayız malesef, kulan dolma,sağdan soldan okuduğumuz bir tarih var. Ama doğru ama yanlış.  Hani şu dizlerde anlatılan tarihten bahsetmiyorum tabi. Şanlı bir tarihten bahsediyorum. Üç beş çapulcunun yaptığı ahlaksızlıktan değil. Bahsettiğim tarih Türkiye Cumhuriyeti tarihide değil. Ne kadar acıdır ki, 100. yılını kutlamaya hazırlandığımız Devletimizin anlatabileceğimiz tarihine bakın. Düşünüyorum kendimce, Bir çocuk gelse sorsa:

- Biz Türk Milleti çok zekiyiz, çalışkanız, insanlara yardım ederiz, Türkiye Cumhuriyeti olarak biz ne yaptık bu güne kadar?

....
....
....

Hala düşünüyorum...
....
....

- Biz, biz, biz....
- Çok zekiyiz ama bunca yıl bizi sömürenleri göremedik, çok çalışkanız ama hala bir bilgisayar yapamıyoruz, çok yardım severiz ama ülkemiz bırakın diğer insanlara yardım etmeyi, kendi insanına DİNİDEN dolayı eziyet etti. Namaz kıldırmadı, ezanını dinletmedi, Kur'an'ını okutmadı, başını kapattırmadı...

Bence bir de siz cevap vermeye çalışın 100.yılını kutlamaya hazırlanan bir Devlet olarak biz neler yaptık. Ömrüm boyunca unutmayacağım kadar irtica lafı duydum ama, irtica diyenler kadarda nankör insanlar görmedim. Nankör dedim, evet gerçekten nankör. Bunca yıl irtica deyip sülük gibi garibanların kanını emdiler sonrada yine onları hor gördüler. Gerçekten nankör bunlar.

Evet hayallerim vardı ülkem dünyaya örnek olacaktı. Gerçi su günlerde sanki sanki olacak gibi ama benim hayallerim artık inşa edilemeyecek kadar enkaz olmuş durumda. 

Hayallerimin yıkılmasındaki en büyük nedene gelince. Küçükken sülükler kan emerlerdi ama bilirdik bunlar sülük, işleri bu diye.Kendi etrafımıza baktığımızda birbirini seven saygı duyan insanlar vardı, kısacası öyle yada böyle Allah (cc)'dan korkan insanlar vardı. Son on yıldır sülükler ki insanların boynundan düşmeye bağladı bu sefer herkes onlara benzer oldu. 

Son yıllarda, ülkemizin bir adı oldu bir şanı şerefi oldu ama insanlarının ahlak yapısı değişti. Buna en basit örnek yılbaşı gecesinde.





Sizlere dört tane yılbaşı resmi ekledim. Bunların ikisi Türkiye'nin diğer ikisi değil. Peki aralarında ki fark ne? 

Biz batılı değiliz, biz Amerikalı değiliz. Bizim köklerimizden gelen bir kültürümüz var. Bu nasıl bir yozlaşmadır. Ben batıyı Amerika'yı örnek almayalım demiyorum, örnek alırken doğru şeyi örnek alalım.


Amerikalı bilgisayar üretirken


bizler oyun oynamayalım bilgisayar başında. Amerikalı barış diyerek savaş ilan ederken, bizler insanlara barışı yaşayarak öğretelim, kedilere göz yaşı döküp, yaralı çocukları göz ardı etmeyelim.

Umutlarımın kırılmasının en büyük nedeni bu işte. Biz Batıyı örnek aldık ama uçağını değil, şapkasını aldık. Biz batıyı örnek aldık ama bilimini değil, harflerini. Biz hatayı en başında yaptık. Biz batıyı örnek aldık ama şarabını içkisini, suyu arıtmasını değil. 

Bunlar ne ülkeme ne de Türk Milletine yakışan şeyler. Bizim kültürümüze rüzgar değse, tozlarıyla batı kıyamete kadar yaşar. Ama onların bir damla birası bizi kanımızda boğar.

Biz her şeyden öte Müslümanız ve bize kimliğimizi yaşattıran da İslam kültürüdür. Yaratılanı severim, Yaratan'dan ötürü, İslam kültürüdür. Bunu batılı anlayamaz. Komşusu açken, tok yatan bizden değildir'i batılı anlayamaz. 

Biz bilimi anlarız, insanlığı da biliriz ama yine diyorum hayal kırıklığı içindeyim. Yılbaşı gecesi biz sadece dansı almışız batılıdan, müziği almışız. Yıl başı gecesi sadece havai fişeklere harcanan para kaç tane çocuğa su kaynağı olurdu hiç düşündünüz mü? Yada çocuklarınızı karakollara düşüren içkiler için harcanan para?

Umutlarım gerçekten kırıldı çünkü, bu ülkenin kızları erkeklerinden çok daha batılı oldu. İlimde fende batılı olmadı, kılıkta kıyafette, kültürde batılı oldu. Yarının anneleri bunu yaptı. Kendi kültürünü bilmeyen bir anne, hangi kültürü yavrusuna anlatacak?

Bu düşünceye mi nerden vardım?

Hiç bir genç kızın dolmuşta yaşlı bir teyzeye kalkıp yer verdiğini göremedim. 

Teyzelerim bu gençlik sizin eseriniz.

Gelecegin anneleri, vatanın emanetçilerinin yol göstericileri, atasına saygı göstermeyenin, elinden hamur çıkmaz.


Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...