10 Aralık 2022 Cumartesi

KALIN SAĞLICAKLA...

    Mesele ne istismar ne hayvan hakları. Mesele ortalığı karıştırmak. Bahsi geçen istismar olayının davası açılalı iki yıl olmuş, hayvan hakları yıllanmış bir konu. Hem iktidar cephesi hem de muhalefet cephesi seçimi garantilemiş. Seçim sonrasındaki planlarının alt yapılarını oluşturma derdinde herkes. Alttan alttan seçim propagandası yapıyorlar. Zemin hazırlıyorlar. 
    
    Bir taraf bahaneleri uydurup İslam diye bir şey bırakmayacağım diyor. Diğer taraf sözde baş örtüsü sorunu var anayasa değişecek diyor. Bu nasıl bir anayasa ki yıllardır değişmesi gerektiği halde değiştirilemiyor. Başörtüsünü anayasaya ekleyeceklermiş. 

    Anayasa kişilerin dinlerini yaşama özgürlüğü vermiyor mu? Gerçi anayasa hep ucu açık yorumlarla, çelişkilerle dolu değil mi? Önce din özgürlüğü diyor, sonra laik Cumhuriyet ilkeleri diyor. Ama laikliğin tanımı yapılmıyor. Önce herkes özgürdür diyor, sonra özgürlükleri kanunla belirler diyor. Önce herkes eşit haklara sahiptir diyor, sonra kadın, erkek, çocuk, yaşlı, özürlü diye ayırıyor.

    Kim ne anlamak isterse onu anlıyor. Ucu açık, birbiriyle çelişen cümleler devam edip gidiyor. Zaten kanunlarımızı anlamak başlı başına bir dert. Bir cümle yazıyorlar, saatlerce okuyorsunuz tekrar tekrar ama net bir sonuca ulaşamıyorsunuz.

    Bu kanunlar bizim haklarımızı belirlemiyor mu? Okuyup anlayamadığım bir şeye karşı nasıl sorumlu tutulabilirim. Bir insan mahkemeye çıktığında neden avukata ihtiyaç duyuyor. Neden birisi bizi savunmak zorunda. Bir suç isnat ediliyorsa, iddia sahibi bu suçu kanıtlamak zorunda. Ama suç isnat eden kadınsa zaten konu kapanmış oluyor. Nasıl oluyor da mahkeme süreci devam eden işlerde birileri 280 karakter kullandı diye bakanlık olaya müdahil olabiliyor veya meclis araştırma komisyonu kuruyor. Hakimler savcılar işlerini yapmıyorlar mı yani?

    Gerçi mahkeme süreçleri hepten ayrı bir konu. Yıllarca süren mahkeme mi olur. Bu nasıl adalettir. Konu bellidir. Şahitler bellidir. Hakim bakar kararını veriri. Ama bizde iş sulanır, bir gazeteci bir şey yazar, gündem olur, aynı kanunlar farklı senaryo üretir. Bu kadar vicdansız olan kanunları yazanlar mı yoksa kanunları uygulayanlar mı anlayamadım. 
    
    Trafik polislerinin emniyet kemeri takmadı diye bütün teröristleri etkisiz hale getirmiş kahraman edasıyla sevinmesi gibi bir şey oluyor ve kimse yadırgamıyor.

    Birisi umut mu dedi? Ne umudu? Düzelmez bu sistem. Kimse çıkıp SMA hastaları için bir ilaç milyon dolar mı olur demiyor, ne var ki bu ilacın içinde bu kadar para yapıyor? Bu ilacı bulanlar, kimyagerler, eczacılar, doktorlar değil mi? Merhamet sahibi olması gerekenler yani...

    Kimse çıkıp demiyor 250 milyar dolara dünya kupası için stat mı yapılar, açlıktan ölen bebekler var. Petrol için ABD orta doğuyu, insanları mahvetmedi mi? Kim ne dedi peki... Özgürlük öyle mi? Kim özgür?

    20 yıldır ülkemizin en başarılı kabul edilen alanı savunma sanayisi değil mi? Peki üç-beş haddini bilmez, kanun-nizam tanımayan teröristler nasıl bu silahlara sahip olabiliyor, devletler zorlanırken... Medeniyetin beşiğinde destekçileri var değil mi?

    Bir medeniyet sözüyle bu hale getirmediler mi bizi zaten. Medeni olacaktık. Batı uygarlığı!.. Ne yapmış batı bu güne kadar? Sömürmüş, öldürmüş, çalmış, yağmalamış, katletmiş... Sokakları güzelmiş... Afrika'daki bebeklerin kemiklerini kaldırım taşı yapınca mı güzel oluyor?

    Umut diyordum, neyin umudu olsun. Kimin eline ne kadar fırsat geçerse o kadar çalmıyor mu? Markette birinin önüne geçmek, yayaya yol vermemek, arabayı park alanının dışına park etmek, kışın fatura az gelsin diye kombiyi az açıp komşunun ısısını çalmak... Bunlar hak değil mi?

    Baştan konan bir balık var. Sistem materyal düzene doğru girdaba kapılırcasına çekti bizi. Paradan başka bir şeye bakan var mı? Günde enflasyon, zam, pahalılık, zincir market vb. sözlerden başka ne duyuyoruz.

    Nerede bu din alimleri... Kur'an ayetlerini mi okumaktan çekinir oldular. Dinin kurallarını mı saklamaya çalışıyorlar. 

    Dini yaşamadık, yaşadığımızı din zannettik...
    Sonuç ortada...
    Kalın sağlıcakla...




27 Ağustos 2022 Cumartesi

Kocakarı İle Ömer

 Üstâd-ı necîbim Ali Ekrem Bey’e

Yok ya Abbâs’ı bilmeyen, kimdi? ...
O sahâbîyi dinleyin şimdi:

«Bir karanlık geceydi pek de ayaz...»
İbni Hattâb’ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a’râbî!
Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
Geliyor muttasıl mehîb mehîb.
Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
Durmadan karşıdan selâmlaştık.
Düşünürken selâm alan sesini,
O heyûlâ uzandı tuttu beni:
Bir de baktım, Ömer değil mi imiş!
— Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?
— Şu mahallâtı devre çıkmıştım.
Gel beraber, benimle, üç beş adım.

* * *

Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
Uhrevî bir sükûn içinde civâr.
Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...
Şu yatan beldenin huzûruna bak!
O semâlar kadar yücelmiş alın,
Çakarak sînesinden âfâkın,
Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
Necm-i sâhirde sanki bir hâle!
Duruyor her evin önünde Ömer,
Dinliyor, bî-haber içerdekiler.
Geçmedik en harâb bir yapıyı.
Yokladık sağlı sollu her kapıyı.
Geldik artık Medîne hâricine;
Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

* * *

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
«Açız! Açız! » diye feryâd eden çocuklarının,
Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;
Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:
— Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek...
Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...
Selâmı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.
Selâmı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.
— Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
— Bugün ikinci gün, aç kaldılar...
— O halde, neden
Biraz yemek komuyorsun?
— Yemek mi? Çömleği sen,
Tirid mi zannediyorsun? İçinde sâde su var;
Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!
Ne çâre! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.
— Peki! Senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...
Tek erkeğin de mi yok?
— Hepsi öldü... Kimsem yok.
— Senin midir bu küçükler?
— Torunlarım.
— Ne de çok!
Adam Emîr’e gidip söylemez mi hâlini?
— Ah!
Emîr’e öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
— Ne yaptı, teyze, Ömer böyle inkisâr edecek?
— Ya ben yetîm avuturken, Emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu’llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?
— Haklısın, yalnız,
Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.
— Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş! ... Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de civârında inleyen elemi,
Medîne halkını üryan bırak, Mısır’da dolaş...
Gazâ! Gazâ! diye git soy cihânı, gel paylaş!

Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,
Kadın tehevvürü artık cünûna vardırdı:
— Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine;
Ömer! Savâik-ı tel’în olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme!
O sayha ra’d-ı kazâdır ki gönderir ademe!
«Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver...»
«Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer! »
Gidip de söyleyeyim hâ? ... Dilencilik yapamam!
Ömer de kim! Benim ondan kerîm adamdı babam.
Ölür de yüz suyu dökmem sizin halîfenize! ...
Ömer vuruldu bu son sözle...
— Haklısın teyze!
Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

* * *

Halîfe önde, bitik, suçlu, münfa’il, nâdim;
Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!
Medîne’nin dalarak münhanî sokaklarına;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
Arandı her yeri bir mum yakıp ale’l-acele.
— Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
Çuval Halîfe’de, yağ bende, çıktık anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;
Dedim ki:
— Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?
— Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb’ın.
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?
Yarın, huzûr-i İlâhî’de, kimseler, Ömer’in
Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmeyeydi vaktiyle.
Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes’ûl!
Yetîmi girye-i hüsrân alır, Ömer mes’ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer’i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
Ömer halîfe iken başka kim çıkar mes’ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer’den isteniyor beklenen Muhammed’den...
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
— Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
İdâre eyleyecek düştüğün bu ma’rekeyi?
Evet, adâleti «mutlak» hayâl edersen eğer,
Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
Beşer adâleti «mutlak» tahayyül eylerse,
Görür ümîdini mahkûm her zaman ye’se.
Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!
Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer’i!
Huzûr-i Hakk’a çıkarken bu unlu cebhenle,
Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
— Uzak mı yol? Daha çok var mı?
— Ancak üç beş adım.

Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:
Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!
Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
— Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
Hemen çakılları çömlekten indirip attı;
Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.
Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak,
Hemen sönüp gidecek...
— Teyze, yok mu hiç yakacak?

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer’e;
Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
Ocak tüter, Ömer üfler zefîr-i hârıyle;
Zemîni lihye-i beyzâ-yı târumârıyle,
Sücûd tavr-ı huşû’unda, muttasıl süpürür;
İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
Bulut geçer gibi necmin hıyât-ı nûrundan!
Ocak tutuştu, yemek pişti;
— Var mı teyze kabın?
Getir de indirelim...
— Var büyükçe bir kap alın.
Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekleyecek!
Ömer, çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek.
Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;
Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.
Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...
Dedim:
— Sabâh oluyor kalkalım...
— Evet, haydi!
Yarın Emâret’e gel teyze, öğleyin beni bul;
Emîr’e söyleriz, elbette hayr olur me’mûl.

* * *

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
Biz de çıktık vedâ edip artık.
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Doğru indik Halîfe’nin evine.
«Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver»
Diye, koyvermiyordu, çünkü, Ömer.
Etti az sonra subh-i velveledâr
Uyuyan şehri kâmilen bîdâr.
Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
— Gâlibâ teyze uykusuz kaldın!
İşte bağlanmak üzredir nafakan,
Alacaksın her ay gelip buradan.
Şimdi afveyledin, değil mi beni?
— Böyle göster fakat adâletini.

Mehmet Akif Ersoy

Alıntı

BİR KİŞİNİN HAKKI

        Seçimler yaklaşıyor, partiler seçim çalışması yapıyor. (Keşke koltuk kazanmak için çalıştıkları kadar ülke için çalışsalar.)Ülke gündeminde garip garip olaylar. O onu dedi, bu bunu yaptı... Dedikodu furyası devam ediyor. 

        Bir kesim her şey mükemmel diyor, bir kesim yapılan ne varsa hepsi yanlıştır, biz yanlış demek için varız diyor. Bir diğer grup bunların ikisi de yanlış biz doğruyuz diyor... 

        Herkes ya yaptığıyla ya da yapmadığıyla övünüyor. Gariban halk da seçim gününü bekliyor oy kullanacak. Seçim günü oy verme süresi en fazla 30 saniye, mührü pusulaya bastığınızda artık kimse size beş sene bir şey sormuyor. Aynı düzen devam ediyor. 

        A gidip B gelse de aynı şey değişmeyecek. Oy kullanacak seçmeni tanıyan kaç milletvekili var? Bu milletvekilleri ne yapar?

        Seçim öncesindeyiz, herkes birbirini suçlayıp duruyor. Eğer gerçekten bir suç varsa savcılığa neden başvurmuyorlar. Yok eğer suç yoksa çamur atmanın nedeni ne? Melese ülkeyi mi kalkındırmak yoksa koltuğa mı oturmak? Kimseyi kandırmaya, aldatmaya gerek yok.

        Milletvekilleri çok iyi çalıştıklarını, halkın onlara teveccüh ettiğini düşünüyorlarsa neden bağımsız aday olmuyorlar? 

        Partiler ülkeyi daha iyi yöneteceklerini düşünüyorlarsa neden kendi Cumhurbaşkanı adaylarını çıkarmıyorlar? İttifak kurmak nasıl bir mantıktır anlayamadım?
Bir grubun yaptıklarını beğenmeyip farklı bir parti kuruyorsunuz ama sonra ülkeyi yönetmek için aynı masada birleşip biz bunu yapamayız başka birini bulalım diyorsunuz. Çok anlamsız değil mi? Çok çelişki yok mu?

        Amaç ülkeyi kalkındırmaksa neden meclis bir araya gelip doğruyu bulup kanunları ona göre yazmıyor? Ülkenin sorunlarını mı göremiyorlar? Yoksa görmek mi istemiyorlar. Yoksa koltuk sevdası mı? Seçimle gelmiş olanlar en azından bir sonraki seçim yaklaştığında başını iki elinin arasına alıp, "beş sene oldu neredeyse ben halkın bana verdiği yetkiyle ne yaptım, ülkeye ne fayda sağladım" diye düşünüyorlar mı? Veya "ülke için, halk için şunu da yapmalıydım, şunu yanlış yaptım" diyorlar mı? Yoksa yaptık oldu mantığındalar mı? Ya da yaptıklarına bakıp mı övünüyorlar, böbürleniyorlar. Anlamsız bir siyasi sistem var. Siyasilerin düşüncelerini anlamak da pek mümkün değil.

        Ülkede ki her birimin kendine göre sıkıntıları mevcut, en iyi denilen kurumda bile bir çok sıkıntı vardır olacaktır da. Bu sıkıntıları çözmek yerine sürekli bir tartışma hali mevcut. Çözüm lazım, birbirine laf atıp, saldırmak değil.

  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi hakkını alıp 1 kişi hakkını alamıyorsa mahkemede sorun vardır.
  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi ev alıp 1 kişi ev alamıyorsa maaşlarda/konutlarda sorun vardır.
  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi ev tok uyuyup 1 kişi aç uyuyorsa sosyal sistemde sorun vardır.
  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi hastanede muayene oluyor 1 kişi muayene olamıyorsa sağlık sisteminde sorun vardır.
liste uzayıp gider. 

        Mesele kimseyi mutlu etmek değil, o garip olan bir kişinin hakkını ona teslim edebilmek. Kimse o bir kişinin kendi hakkını aramasını beklememeli, herkes o bir kişinin hakkını kendisine teslim etmeli.
Eğer o bir kişinin hakkını teslim edebilecek biri varsa gelsin oy istesin. Yoksa kim olduğu çok önemli değil zaten. Mevcut sistem sürüp gidiyor.

19 Şubat 2022 Cumartesi

İbrâhîm Suresi 34. Ayet

O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız.

Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür!



 

10 Ocak 2022 Pazartesi

Mesele Derin...

    Yaşam döngüsü içerisinde, kendimize ayrılan zaman dilimini yaşıyoruz. Çok farklı hayaller, çok farklı emellerimiz var. Bir sitemin içerisinde kalmış, gözümüz dışını göremez olmuş. Kapalı bir kutu içerisinde bir üst köşeye, bir alt köşeye bakıp duruyoruz. İçerisinde bulunduğumuz bu kutu ne?

    Sözüm ona kendini kültürlü, modern olarak tanımlayan insanların ağızlarına sakız olmuş bir çok laf var. Papağan misali tekrarlayıp duruyorlar. Ama şurası da bir gerçek ki, Müslümanım diyen binlerce kişiden daha çok fikirlerine, ideolojilerine bağlılar. Kendi inancı uğruna çabalayan kişileri hep takdir etmişimdir. Doğruyu veya yanlışı savunsunlar çok önemli değil. İçlerindeki o inanç uğruna sürekli çabalıyor, savaşıyorlar... 

    İnsan olarak, boş bir kutunun içinden baktığımızda mevzu çok farklı görünüyor. İki kişiyi karşımıza alıyoruz, kim daha iyi giyinmiş? 

  • Afrikalı çocuk, ayağında ayakkabısı yok, Amerikalı çocuk, ayakkabısının rengi dün giydiğinden farklı. 
  • Afrikalı çocuk, çamurun içerisindeki suyu içmeye çalışıyor, Amerikalı çocuk, su mu içse, kola mı içse karar veremiyor.  
  • Afrikalı çocuk, günlerce bir lokma yemek aramış, Amerikalı çocuk, iki gün üst üste aynı yemeği mi yermiş.
  • Afrikalı çocuk, aynada kendini görünce mutlu olmuş, Amerikalı çocuk, öz çekim yaparken telefonunun kamerası iyi değilmiş.
  • Afrikalı çocuk, gün boyunca çıplak ayakla yürür, Amerikalı çocuk, kendi arabasının eksikliğini çeker.
  • Afrikalı çocuk, kerpiç evin içerisinde iki büklüm uyur, Amerikalı çocuk, rezistans ta ortopedik yatağının eskidiğini söyler.
.... ve böylece devam eder gider.

    İnsan olarak bakınca olaylara böyle değil mi? Kim ne kadar rahat! yaşıyor diye bakıyor insan. Kim daha lüks içerisinde. Son yüzyıldır gelinen nokta bu değil mi? Nasıl yaptığımızdan önemli olan ne yaptığımız değil mi artık? Hayatı rahat! lük içinde yaşıyorsanız en iyi olan sizsiniz. Sürekli olarak empoze edilen fikir bu değil mi?
   
    Eğer elinizde paranız, malınız varsa siz çok modern biri oluyorsunuz. Eğer lüks içerisinde yaşıyorsanız, çağdaş oluyorsunuz. Sürekli bizlere anlatılanlar bunlar değil mi? "Avrupa 2. Dünya Şavaşı'nı da geçirdi ama bizden ilerideler. Japonya nükleer saldırıya uğradı ama sürekli çalışıp teknolojide çok ileri gittiler. Biz ne yaptık?" Bizlere sürekli söylenen cümleler bu ve bunların benzerleri değil mi?

    Oysa asıl mesele bu mu? Bir sistemin içerisindeyiz ve bu sistemde biz kuklaların iplerini ellerinde tutanlar var. Sürekli bizleri farklı yerlere yönlendiriyorlar. Nereye isterlerse oraya yönlendiriyorlar. 

    Peki asıl olan ne, ipleri ellerinde tutanların görmemizi istemedikleri ne? Mesele modern! ve çağdaş! olma meselesi mi yoksa birey olarak, toplum olarak mutlu ve huzurlu yaşama meselesi mi? Koçarak dedesinin yanına giden çocuk mu daha mutlu, son modelini alamadı diye düşünen, arabası olan çocuk mu?

    Kapalı bir kutunun içerisine hapsetmişler, iplerini ellerine almışlar oynatıyorlar. 

    Mevzuya biraz daha farklı bir açıdan bakalım. Çok değil 100 yıl öncesine gidip oradan bakalım. O zamanlar mesele neydi. Bunca savaş neden yapıldı? 

    Yüz yıllardır mesele hiç modernlik, çağdaşlık olmadı. Mesele hep aynıydı. Mesele hep din ve insanların kendi menfaatleri oldu. Alemleri yaratan Allah (cc) düzenin, adaletin, modernliğin, çağdaşlığın, insanların nasıl mutlu ve huzurlu yaşayacağının anahtarını insanlara bildirdi ama her devirde birileri çıkıp kendi haklarına razı gelmediler. Hep kendileri için daha fazlasını istedir. Diğer insanları sömürerek, onların olanı kendilerine hak görerek saldırdılar ve çeşitli isimler altında onlara tuzak kurup kendilerini haklı gösterme çabasına girdiler.

    Daha net özetlemek gerekirse Allah'ın kanunlarını beğenmediler. Ellerinde imkanları olanlar, Yahudiler gibi, kendi menfaatlerini Allah'ın kanunu diye anlattılar. Ellerinde kalem gücü olmayıp silah gücü olanlar, silahlarına güvenip insanları katledip, köle yapıp sömürgelerine devam ettiler, Avrupalılar gibi. Bilgiyi ve silahı diğerlerinden çalıp, bunu para ile birleştirerek bitmeyen bir zulme başladılar, Amerika gibi.

    Mesele hak edilenden fazlasını isteme meselesi. Bizde de öyle değil mi? Hakkına razı olan kaç kişi vardır. Elinde imkanı olup, başkasının hakkı olduğu halde gasp etmeyen kaç kişi vardır? Bir sırada beklediğinizde imkanınız olsa ön tarafa geçmek için uğraşmıyor musunuz? Trafikte araç kullanırken yol yayanın olduğu halde daha çok gaza basmıyor musunuz? Hastana da randevu alamadığınız zaman birini aramıyor musunuz? Sizden alt pozisyonda çalışan birine kendi işinizi yaptırmıyor musunuz? Peki bunların hepsi başkasının olana göz dikmek değil midir? Birileri çıkıp "parasını mı aldık" demesin. Hayatını alıyorsunuz. İnsan öldürmek suç değil mi? Birden değil de parça parça öldürüyorsunuz, hayatlarından çalıyorsunuz insanların.

    Mesele hiç bir zaman, insanların belli bir refah seviyesine ulaşması olmadı. Mesele elinde imkan olanların kendi çıkarları oldu. Mesele insanların kendilerini hak sahibi olarak görmelerinden kaynaklandı. 

    Amerika'nın ne işi var orta doğuda? İnsanlar silahlanmış... İnsanlara zulmediliyormuş... Bu masalları anlatıp durmadılar mı doğal kaynaklar için? Biz ülke olarak yıllarca silah yapmak için çalıştık da en sonunda yapabildik ve bir çok ülke hala silah yapamıyor ama üç beş çapulcu silah yapabiliyor? Biz de buna inandık. Ama inandırdılar. 

    Mesele insan değil aslında, mesele Allah'ın koyduğu kanunları beğenmeyip kendini ilahlaştırmak, kendilerine canlarının istedikleri kadar hak bulmak, bulamadıkları yerde uydurmak. Siz nükleer silah yapamazsınız deyip, kendisinin nükleer silah yapması gibi. Siz idam edemezsiniz deyip, kendisinin idam etmesi gibi.

    Mesel çok basit aslında, Hak ile batılın kavgası. Peki bu duruma insanlar uyanacaklar mı? Bence yakın zamanda çok zor. Sistemi kurmuşlar. Sistemin kuruluşu Yahudilerden geliyor. Yani binlerce yıldır sistemin eksiklerini düzeltmişler. Binlerce yıldır da karşılarında savaş veriliyor. Ve savaşlar yüz yıldır masa başında yapılıyor. Bizim kanımızda kılıç akıyor ama masa başına geçtiğimizde karşımızdakini kendimiz gibi düşündüğümüzden kaybediyoruz. 

    Ama kesin olarak bildiğimiz bir şey var, Hakk her zaman batıla üstün gelmiştir, gelecektir de. Belki biz göremeyiz ama, gelecek nesil görecektir.

    Birileri çıkıp kuklamı olduk diyecekler ama oturup kendi hesaplarını yapsınlar. Önce Türkiye'ye baksınlar, her açıdan baksınlar. 80 Milyondan fazla insan yaşıyor ama haber manşetlerini okuduklarında, kaç kişinin yaptığı işler o manşetlerde? 1 Milyon kişi var mıdır? Dünyanın büyük şirketlerine baksınlar, her gün ismini duydukları, o şirketlerde kaç kişi var? 

    Demokratik sistem, oy kullanıyoruz, söz bizim diyenlerin sözü sadece bir gün geçerli. O bir gün de de mührü kağıda bastığınız an kadar geçerli. Sonrasında ne söz, ne de hak sahibisiniz. İnanmadınız mı?

    Sokaktan beş on kişi çevirip en kolayından anayasayı sorun. Muhtemelen %50+1 oranda değişmesi gerekiyor diyeceklerdir. Oy verdiğiniz milletvekillerine sorun, büyük bir çoğunluğu değişmesi gerekiyor diyecektir. Peki neden değişmesi gerekiyor. Doğru olsa değişmesi gerekmez değil mi? Yani anayasada hatalar var. Anayasaya göre düzenlenmiş kanunlar nasıl doğru olacak o zaman? Kanunlara göre düzenlenmiş olan yönetmelikler?... Uzayıp gidecek sonuç olarak. O zaman neden düzeltemiyoruz bu hatayı? Komik ama gerçek bu. 

    Hakkımızda her gün bir yasa, bir yönetmelik, bir kararname ... yayınlanıyor. Bunlarla yönetiliyoruz, bunlar hakkında hiç bir fikriniz var mı? Okumaya kalksanız ömrünüz yeter mi? İnsanların haklarını düzenlemek bu kadar zor mu? 

        Söz kimindi hatırlayamadım, "Bir bilgisayar programını ya çok basit yazacaksınız içerisinde hiç hata olmayacak ya da çok karmaşık yazacaksınız içerisindeki hatalar belli olmayacak" gibi bir şeydi. Bizim kanunlarımız da bu şekilde çok karmaşık, bir şey aradığınızda aynı konu en az iki yönetmeliğin içerisinde vardır, hangisi işinize gelirse oradan devam edersiniz ta ki karşınızdaki kişi diğer yönetmelikteki onun işine geldiğini fark edene kadar.




Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...