30 Aralık 2014 Salı

Güvenli Yeşil Bina

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi ile Türk Standartları Enstitüsü işbirliğinde “Güvenli Yeşil Bina” konulu panel düzenlendi.


Panel yöneticiliğini Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Servet KARASU yaptı.

Panelistler:
  1. Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk YÜCEL
  2. Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman ÇEREZCİ
  3. Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülen GÜLLÜ
  4. Başkent Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birol KILKIŞ


Yaklaşık üç saat süren panelde, TSE tarafından hazırlanan güvenli yeşil binalar için sertifika alımına yönelik olarak hazırlanmış olan standart anlatılmaya çalışıldı. 

Panelde verilen bilgiler akademik olup, panele inşaat mühendislerinin davet edildiği bence göz önünde bulundurulmadı. Zira anlatılan konularda çokça fizik bilgisinin gerekli olduğu kanısındayım ve bu fizik bilgisinin ise inşaat mühendisliği bölümlerinde verilmiyor. 

Panelde sıklıkla söz edilen konu TSE için bu standardın bir ilk olması ve TSE'nin ilk kez kendi standardını ortaya koymasıydı. Yani bir çok standart gibi kopyala yapıştır yapılmamış. 

Yapılan bu çalışmaların önemli olan kısmı bence, uygulanabilirlik, zira bir şeyleri "BEN YAPTIM" demeden öte, "YAPTIK, UYGULUYORUZ" demek çok daha önemli. Mühendislik dediğimiz şey de bu zaten. Çok güzel çalışmalar, ürünler yapabilirsiniz ama kullanımı zor yada imkansızsa yaptığınız şeyin mühendislik olarak bir anlamı kalmaz. 

Yaşanılıp görülecektir. Ama yine de iyi bir başlangıç. 

Her Gün Bir Ayet (Bakara-17)


24 Aralık 2014 Çarşamba

Ağacı kurt, insanı dert bitirir


Sevgiliden sadır olan bütün işler sevgilidir


Her Gün Bir Ayet (Bakara-14)


Eşim olma, karım ol!

Bakma daha ilkel durduğuna sen, ruhu vardır kelimelerin.
“Karı-koca” “eş”ten daha çok şey anlatır.
Hatta belki bize unutulmuş bir şeyi söyler.
Sahi, biliyor musun?
Neden erkeğe “koca”, kadına da “onun karı” demiş eskiler?…
Eşim değil, karım ol! Kedilerin eşi olur, terliklerin de… İnsanın eşi olmaz.
Bir ömür eşlik ediyor diye mi sevgiliye eş denir?
Eşlik etmek yeter mi?
Fazlasını beklemez mi insan yârinden?
Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, evlenecek erkeğe eskilerin neden ”koca” dediklerini.
Çünkü “koca” bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir.
Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir.
Dağların yücesine kar yağar diye kadına da “kocanın karı” demişler.
Bakma şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine.
“Koca ve onun karı” olmalıdır aslında.
Yani yüce bir dağ olmalı adam.
Kar gibi pak ve masum olmalı kadın.
Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın.
Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür…
Eşim olma, karım ol! Bana benzemeye çalışma sakın.
Bana benden lazım değil bir tane daha.
Ama unutma ki sensiz yarımım. Her zaman söylemem, ama sen anla. Eşim olma, karım ol! Beni tamamla...

Paylaşan

21 Aralık 2014 Pazar

Hükümet ve Nâm-ı Değer Cemaat

Bir yıl oldu, ülkemiz hâlâ bir kargaşanın içerisinde. Birileri bir şeyler yapmak istiyor ama kim haklı kim haksız? Bir tarafta haklı olduğunu iddia eden hükumet, diğer tarafta ise yıllardır bir amaç için çabaladığını savunan bir topluluk!

Kim haklı kim haksız mevzusuna geçmeden önce, kafamda oluşan olayları kısaca aktarmak istiyorum. Zira mesele haklı ve haksızı aramaktan çok öte bir hâl almış durum da zaten. Her kim haklı olursa olsun, bunca olayların cezasını çeken her zaman, sözde seçimden seçime kendi yöneticisini seçen halka oluyor.

Şu son on iki yılı çıkarıp çok daha öncesine bakmak istiyorum. Yıllar öncesi. Zira varlığını çok daha eskilerde başlatmış olan bir cemaat var ortada, kimsenin inkar edemeyeceği. Peki bu topluluğun asıl amacı nedir? Kimilerine göre sayıları o kadar fazlaydı ki, geçen yıl hükumetle karşı karşıya geldiklerinde, seçimlerde AK Parti'nin %10 civarında oy kaybedeceği konuşuluyordu. Ama hiç de öyle olmadı. Sayılarının her ne kadar çok olduğu söylense de benim kanımca sayıları bırakın seçimlerde %10'u bulmayı, bin kişiyi zor bulurlar. Sanki içten içe bana güldünüz... 

Evet, kimilerine göre sayıları bu kadar fazla olan cemaatin amacı ney? Ortalık da dolaşan rivayetlerden birine göre her şeyi İslam Dini için yapıyorlar. Ben bu görüşten yanayım. Zira bir şey için bir şey yapıyorsanız bu sadece ona fayda sağlamak amaçlı olmaz, zarar vermek de o şey için bir şey yapmaktır. Çok mu karışık bir cümle oldu? Kısaca, ağacı kesersiniz, bunu bir aşılamak için yaparsınız ya da ağacı kesersiniz, bunu ağacı kurutmak için yaparsınız. Ama ağaç için hep bir şey yapmış olursunuz. Peki bu topluluk İslam için ne yaptı yıllar boyu?

Benim hatırımda kalanları toplayınca şu neticeye varıyor, Müslümanların İslamı yaşayamamaları için, yalnız şunu söylemeye gerek var, Kur'an-ı Kerim'de, Hadisler de olan İslamı, ellerinden geleni yaptılar. Nasıl mı? 

Yıllarca Risale-i Nur'dan "Asır başkalaşmış, deme!" diye okuttular herkese ama, uygulamaya gelince, bu öyle bir asır ki diye başlayıp, önce yıllar boyunca baş örtüsünü yasaklattılar. Bunlara uyanların suç aslında, bir taraf da Allah'ın sözü dururken, Hoca efendi!!! izin verdi, çıkarın baş örtüsünü dediler. Bu uygulamayı bahane yapanlar da dinden baş örtüsünü çıkarmaya çalıştılar, ama unuttukları bir şey vardı, "BU DİNİ KORUYACAK OLAN ALLAH(CC)'IN KENDİSİDİR." Buna ne Ahmed'in ne de Mehmed'in gücü yeter. 

Asrı başkalaştırmaya devam ettiler hiç utanmadan. Kur'an'ı okuduklarını sandı onlarca, yüzlerce, binlerce insan ama okudukları Kur'an değildi, çünkü nasıl ki televizyonda bir kanal izleyecekseniz frekansı bellidir, o frekansı birazcık bozduğunuzda televizyonda kanal açılmıyorsa Kur'an'da aynıdır, usulüne uygun olarak okumak gerekir. İnsanlara dinlerini öğrendiklerini düşündürdüler, sonrada dinin bu olduğunu aşılamaya çalıştılar, aynen Yahudi ve Hristiyanların yaptıklarını yapmaya çalıştılar. Ama unuttular, "BU DİNİ KORUYACAK OLAN ALLAH(CC)'IN KENDİSİDİR." 

Yüzlerce, binlerce saat vaaz! var ortada, yüzlerce kitap, yavrularını da sayarsanız binlerce belkide. Peki ne anlatılıyor bu vaaz! ve kitaplar da? Açıp okumak lazım biraz. En komik olanı da ne biliyor musunuz, kendisiyle çelişmesi. Bu kitapların yüzde yetmiş yada yüzde sekseninde, hep fedakarlık, bir şeylerden vazgeçiş ve büyüğüne (rütbe olarak) itaat vardır. Ortada gerçekten çok büyük bir fedakarlık, çok büyük bir vazgeçiş ve çok büyük bir itaat var ama kime ve neye?

Kendini bir şekilde bu topluluğun içinde bulan birisi, hele ki o yıllarda, ülkede darbeler olmuş, içinde İslam olan her şey yasaklanmış, içinde iman olan herkes fişlenmiş, hapse atılmış, tam böyle bir ortamda nasıl olmuşsa birileri yemeye ekmek bulamazken, vaaz!lar yapmış, millet televizyon nedir bilmezken, bu vaazlar kaydedilmiş, ellerinde Kur'an var, içinizde azıcık bile iman varsa, güneşi avucunuzda zannedip mutlu oluyorsunuz tabi ki. 

Sonra ülkede sizden başka İslam adı altında olan herkes eziyet görüyor ama siz her defasında bir şekilde paçası kurtarıyorsunuz. Bunun adı yurt dışı da olsa. Siz yurt dışındasınız ama sizin adınızı kullanan hiç kimsede bir sorun yok. Bardaktan boşanırcasına müslümanım diyenlere zulüm yağıyor ama siz kup kuru kalıyorsunuz? 

Evet bir vazgeçiş var, kimi kolundaki bileziklerden vazgeçmiş, kimi vatanını terk edip hizmet! aşkı demiş...

Bunların içerisinde beni üzen olaylardan bir tanesi de, bir kaç yıl önceydi galiba, güney doğuda, hangi il şuan hatırlayamadım ama, bu topluluğa ait bir öğrenci evine patlayıcıyla saldırı düzenlenmişti. Herkes ayağa kalktı ne oluyor diye. Sonra klasik sözler söylendi, yok Amerika, yok İsrail... Sözde bu topluluğa karşı olacaklar ama bu topluluğun baş kişisini yıllarca kral gibi yaşatacaklar, şimdi de acaba teslim edecekler mi diye sözler ortalık da olacak. 

Eeee... Hani bu adam en büyük İslam Alimlerindendi, çok büyük hizmeti vardı İslama, bütün dünyaya İslamı yaymaktı derdi... Amerika İslam mı koruyor?...

Hepsi garip düşünceler, ama o öğrenci evine saldırı yapanlar kimdi diye hep düşünürüm? Tabi o evde kalan gençleri de düşünmek lazım, bu topluluğun neresinde idiler, görevleri ne idi?...

Evet komik demiştim, fedakarlık var ama kime. Peki bu itaat işi ne olacak? Bildiğim kadarıyla itaat devlet başkanına olacaktı ama şimdi... Tabi unutmadan, hangi devletin başkanına? Evet şimdi oldu. İtaat de tamam...

Hani bize yıllarca dinimizi öğrettiler ya. Ya da öğrettiklerinin din olduğuna inandırdılar. Elleri bir kaç kitap, bir kaç vidyo, biraz ses dosyası tutuşturdular insanların ve hadi dininiz bu dediler.

Hani namazın farzları? Hani haramlar? Ya fıkıh yok mu bu dinde, bu din sadece siyerden mi ibaret, seçme seçme kıssalardan oluşan siyerden... Hani bu dinin kutsal kitabı nerede... 

Sonra ortalık biraz değişti. On iki sene önce bir şeyler farklılaştı, belki iyi belki kötü ama farklılaştı... Yeni bir hükumet kuruldu, bir şeylerin değişeceği belliydi ama, öyle bir oldu ki, kılar boyunca ezilmiş olan bir halk, bir fikir topluluğu, ilk kez eline fikirlerini uygulayabileceği bir ortama kavuşmuştu. Ama o kadar çaresizdi ki, elinde yetişmiş elemanı yoktu. Doktor lazım dese, hani şu içinde iman korkusu olacak dediğimiz insanlar var ya, onlardan birinin arasa, cevap gecikmiyordu, biz okumadık, he lazım bize okul, diploma kağıt parçası, ahirette bu mu sorulacak. Ama diğer tarafta kendilerinin tek amacının da İslamı dünyaya yaymak olduğunu söyleyen bir topluluk vardı. İçlerinde ne ararsanız vardı. Doktor, mühendis, mimar, hakim, polis, çöpçü, işçi... Yapacak bir şey yoktu, bu gemiyi yürütmek gerekiyordu. Gemi yürümesine yürür ama denizin ortasında kim derdi ki bunlar gemiyi batırır, kendileri de gemide nede olsa... Ama gözden kaçan bir şey vardı, asıl patronlar bu gemiyi çoktan terk etmişti. Yıllar öncesinden. 

Burada asıl hata kimin? Bence o diplomaya kağıt parçası diyenler. Hataları diplomaya kağıt parçaları demeleri değil, sözünü ettiğimiz topluluğun karşısında yıllarca sus pus oturup onlara bu fırsatı verdiklerinden. İnsan şunu diyebilir, "şu an benim okuyabilmem için uygun bir ortam yok, Allah'ın bana emrettiği şeyden başkasını yapmam, yarın bir gün bir diplomam olacak, bir mevkim olacak diye ben Rabbimin bir emrini ezip geçemem". Ama şunu da yapamaz, savunduğun bu düşünce ve fikirleri başkasına da ezdiremezsin. Madem ki doğru bildiğin şeyi yapıyorsun, insanlarında doğruyu görmelerine çalışman gerekir. Eğer sen arabayı doğru yolda sürüyorsan her şey yolunda demek değil, karşıdan gelen hatalı yönde ise sana yine çarpacaktır, onun da yönünü doğrultman gerek.

Peki daha sonra ne yaptı hükumet. Benim ve benim gibi milyonlarca insanın hakkını bu topluluğa yedirdi. Onlar bulundukları bütün makam ve mevkileri kendi çıkarları için kullanırken hükumet buna çanak tuttu.

Hakkımızı mı neden yedirdik? Yıllarca hiç şüphe etmeden Cumhurbaşkanımıza güvendik. Her ne zaman bir sorun, aklımıza yatmayan bir şey olsa, suçu kendimizde aradık. Biz bunu düşünüyoruz, O bunu illaki düşünmüştür, bizden çok daha fazla şey biliyordur dedik. Öyle inandık ki, bu gecenin sabahına inanır gibi inandık. Taki bir gün, "Biz bunu anlayamadık, fark edemedik" diyene kadar. Nasıl olur da bizim her gün yüzlerce kez fark ettiğimiz şeyi yıllarca fark edememişti?...

Ama  hiç bir zaman da arkasında durmaktan vazgeçmedik, geçmeyiz de. Şunu da biliyoruz en nihayetin  de O'da bir insan. Hata yapacak, hatta günah işleyecek ki, kimse O'nu putlaştırmasın. Yani biz sevdiklerimizi hatalarıyla, günahlarıyla sevip, yanlarında duruyoruz.

Burada her ne kadar fikir olarak bir uyum içinde olmasak da, sahip oldukları topluluğun liderine gönül verip, hala onun arkasında olanları bazı kişiler gibi kınamayıp onları gerçekten gönülden kutluyorum Zira insan eğer bir şeye gönül vermiş, sevmiş, en önemlisi inanmışsa, doğruluğunu kalbine kanıtlamışsa asla vazgeçmemeli.

Son bir yıldır neler oluyor? Bazıları tedbir amaçlı, bazıları zorunluluk amaçlı bir çok insanın yeri değişiyor, yurdu değişiyor, sürgün yapılıyor, azlediliyor... 

Yıllar önce can simidi gibi sarıldığı insanları hükumet bir bir ayıklamaya çalışıyor ama yeni can simidi kim olacak? 

O kadar garip ki, bu hükumet göreve başladığında okula başlayanlar şimdi üniversite yolunda, orta okulda olanlar ise üniversite mezunu... Ama hala hükumetin yeterince elemanı yok sanırım.

İşte asıl sorun da bu ya, yıllardır o kadar çok fikirlerimizi böldüler ki, şimdi hep onun adamı, bunun elemanı, ötekinin üyesi, berikinin sempatizanı diye ayrıldık. Tamam şu bir gerçek, herkes anlaşabileceği kişilerle çalışmak ister ama, bende, bizde bu ülkenin bir evladıyız. Bizi bir arda birleştiren, toparlayan tek varlık İslam. Şayet ırk insanları bir arada tutsaydı, hala bir çok Türk devleti olmazdı. Çeşit çeşit gruplara bölünerek kargaşa bizi doğruya ulaştıramaz. Birleşe bileceğimiz tek şey olan İslamın altında birleşebiliriz.

Şimdi birisi çıkıp, din de ayrım yapmıyor mu, gruplaştırmıyor mu demesiz. Diğer dinler bunu yapar, ama İslam yapmaz. Gerçi Hak dinlerin hiç birisi yapmaz ama, insanlar kendileri bir şeyleri tahrif edince yapar oluyor. 

Selam ve Dua ile.

Her Gün Bir Ayet (Bakara-11)


17 Aralık 2014 Çarşamba

Bilgi


Bir yerden başlamak gerek değil mi öğrenmeye? Nereden başlayacağını düşünmeden başlamak gerek. Öyle bir zamandayız ki, her an binlerce yeni veriyi hafızamıza yüklememiz gerekiyor bir şeylerde başarılı olabilmek için. Bunu ne kadar başara bildiğimize gelecek olursak... Çok çoook uzağındayız bence. 

Zamanımız da o kadar çok kıymetli olan bir şey kalmadı diyebiliriz. Garip bir cümle gibi oldu ama bence gerçek. Zamanımızda kıymetli olan (dünyalık olarak) bilgiden başka bir şey yok diyebilirim. Burayı kısaca açıklamak gerekirse, etrafınıza bir bakın, sadece bir insan için değil genel olarak düşündüğünüzde bütün insanlar için kıymetli olan ne var? 

Evet biraz daha düşünmenizi bekliyorum, ne var kıymetli olan? Altın mı? Artık o kadar çaresiz bir hal aldı ki bir günü diğerini tutmuyor. Hasta sarı civcivler gibi adeta. Işığı yanına yaklaştırdığınızda birazcık canlanıyor, ışığı uzaklaştırdığınızda ise kendinden geçiyor. 

Petrol mü? Hiç zannetmiyorum. Birileri birilerine karşı, birilerinin çıkarları daha fazla olduğu için yine birilerini kullanıyor ve petrol gaz olup uçuyor. Demek istediğim, Amerika Rusya'ya küsmüş, hiç bir ülke diğer ülkenin iç işlerine karışamaz ya, Arabistan maşa olmuş Rusya'ya acı çektirmeye çalışıyorlar. Petrol para etmez olmuş, dahası da var tabi. Biraz daha derine inip bakacak olursak dünyadaki bütün madenlerin ne kadar ömrü kaldı ki? Rivayetler değişiyor ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yaş ortalamasından düşük. Yani 2000'li yıllarda doğanlar için madenler neredeyse hiç bir anlam ifade etmiyor. Onlara kalmadan büyük bir kısmını tüketmiş olacağız sanki.

Peki ya başka ne var? Para mı? Aslında bu kelime çok komik duruyor. Para dediğiniz şey "elinin kiri" değil mi zaten. Öyle oynuyorlar ki bizimle... Bir gün bir bakıyorsunuz bir kişi konuşma yapmış piyasa, borsa allak bullak olmuş. Sonra birisi bir açıklama daha yapıyor, ülke bilmezsin kaç milyar dolar zarar etmiş. Nedense olan hep bize oluyor. Ayrıca para dediğimize de bakmamak lazım. Para ne ki? Lidyalılar icat etti diyorlar ama onların ellerinde hiç olmazsa biraz maden vardı. Peki bizim elimizde şimdi ne var?  İnternet şubesine bir bakmamız lazım. Bir dakika bakıyorum... Evet ekranda bir kaç rakam yazıyor. Gülesim geldi... 

Ne var ki değerli olan herkes için? Bana sorarsanız bilgiden başka bir şey değil. 

Ne kadar doğrudur bilemiyorum ama "Kelile ve Dimne", bir çok kişi okumuştur, ülkeler savaş etmiş bu kitap için. Şu anda da ülkeler bilgi için savaş etmiyor mu? Gerçi şimdiki savaş biraz farklı ama yinede bilgi için bence. 

Hani meşhur söz var ya, "İngilizlerin Çanakkale'de ne işi varmış."  misalinden, Amerikanın Orta Doğuda ne işi var. Avrupa'nın ne işi var? 

Bence hepsi bilgiden sebep. 

Ne alaka?..

Söze biraz daha baştan başlayayım, hani filmlerde diyorlar ya iki ay önce...
Ben de diyorum iki asır önce...

Herkesçe inkar edilemez bir gerçektir ki yüzyıllar boyu barbarca, cahilce yaşamış bir Avrupa vardı. Taki Endülüs'ü Müslümanlar ihya edene kadar. Endülüs Emevi Devleti yıkıldıktan sonra, Avrupalılar "çaldıkları" onlarca eseri kendilerininmiş gibi bize hala yutturmaya çalışıyorlar. Nede olsa biz hala "Osmanlıca" tartışıyoruz. En komiği de birilerinin çıkıp Osmanlıca yoktur, Osmanlı Türkçesi vardır demesi geliyor bana. Tek sorunumuz o kaldı ya, düzeltelim de bütün mesele hallolsun. yutturuyorlar da. Bu arada dikkatimizi vermemiz geren asıl nokta ise şurası, Endülüs Emevi Devleti'nden bahsederken ayrım yapmadım, sanki bizden bir parçaymış ya da biz onlardan bir parçaymışız gibi bahsettim. Aynen öyle. Bunun açıklaması için Bulgarların tarihini birazcık incelemek gerekiyor. Kaldığımız yerden devam edeyim konuyu daha fazla çarpıtmadan. Bizden "çaldılar" demiştim. Çaldıklarını bize yutturdular da. Hiç mi bir şey yapmadılar peki? Yapmaz olurlar mı, daha ne yapsınlar bizi bile bilginin sahibi olduklarına ikna ettiler. Yıllarca okullarda Darwin anlatılmadı mı? Hatta elimizde Kur'an-ı Kerim varken. Öyle bir yutturdular ki bize bir şeyler bildiklerini, Allah'ın kelamını bile hiçe saydık, sayıyoruz.

Yutturdular da ne oldu? Çanakkale'de ne olduğu ortada... Çanakkale'de olan şeyden hiç ibret almadık, hiç umursamadık. Çok acıklı binlerce hayat hikayesiymiş gibi, şehitlerin başlarından geçenleri dinledik ve bir kulağımızdan girip diğerinden çıktı. Hiç kimse çıkıp da neden bunun böyle olduğunu sormadı, bir daha böyle bir şey başımıza gelince! ne yapacağımızı düşünmedi. Şimdi bana kızmayın bunu nereden çıkarıyorsun, düşünüyoruz diye. Hayır düşünmedik, düşünmüyoruz da. Çanakkale'de hep yoksulluğumuzdan, imkanımız olmadığından, silahımız, mermimiz, gemimiz olmadığından, yakınmadık mı? Peki ya şimdi? Şimdi neyimiz var? Ülkemiz çok ilerledi, tank, tüfek yapıyoruz, yakında uçak bile yapacağız öyle mi? Yine bizi kandırıyorlar, Yaptığınız her şeyin içinde elektronik parça olacak ve siz hala doğru düzgün bir yarıiletken üretemeyeceksiniz, bir çip yapamayacaksınız ve siz uçak yapacaksınız öyle mi? 

Olsun ne olacak bir kaç parçayı da dışardan alalım, her şeyi kendimiz mi yapacağız? İşte bunu diyorsak bütün savaşların nedeni bilgidir. Niye mi? Yapabileceğimizden değil yapamadığımızdan bunu diyoruz. Alakasını da kısaca şöyle özetleyeyim, yarıiletken piyasası için Amerka'nın yıllık hasılatı 600 milyar dolardan fazla. Bizim ülkemiz ne için uğraşıyor? Üç beş kuruş kazanacak. Şuna dikkat edelim sadece yarıiletkenden 600 milyar dolar...

Ne olacak adamlar çalışıyor kazansınlar? İşte bu sorunun cevabına da savaşlar bilgi için yapılıyor diyorum. Niye mi? Ben size basit bir soru sorayım o zaman. Ülkemizde binlerce profesör binlerce doçent vb. araştırmacı var, bu adamlar ne yapıyor? Hiç mi bir şey yapmıyorlar? Neden kimse kayda değer bir şey yaptıklarını görmüyor. Neden? İşte bilginin sırrı burada yatıyor. Ne kadar gelişmekte olan ülke diye tabir edilen ülke varsa hepsi Amerika'ya çalışıyor. Maalesef ki ben şu anda üniversitedeki bir Hocamızın makalesini okuyup anlayamıyorum ama Amerikalı anlıyor. Sonrada Osmanlıca diye ortalık ayağa kalkıyor. 

Sözü daha fazla uzatmadan, şu anda elinde güç(bilgi) olan ülkeler, bu gücü kullanarak bir sürü teknoloji üretiyorlar. Sözde bu teknoloji insanların hayatını kolaylaştırmak amaçlı ama hiç de öyle olmuyor. Birilerinin hayatını kolaylaştırıyor ama diğerlerinin hayatından çalarak. Bu gücü (bilgiyi) kullanarak ürettikleri şeyi, ki bu gücü (bilgiyi) yine bizden alıyorlar, bir şekilde menfaate (para gibi) dönüştürmek için bizi kullanıyorlar. Ellerindeki malzemeyi biz üretemeyelim diye bizden bilgiyi saklıyorlar, malzemeleri alalım diye bizi özendiriyorlar, biraz toparlanıp, iki satır bir şey öğrendiğimiz de ülkelerimize gelip savaş yapıyorlar, canlarımıza kastediyorlar. 

İşte batılının gücü. Ve bu güç için feda edebileceği bizler... Bizler mi? :-) Yine gülesim geldi... Bizler yıllarca başörtüsü ile kandırılan, tek sorunmuş gibi gösterilen, tam on yılını buna harcayan, sorunlar çözüldü derken, çocuk din mi öğrenirin içine düşen, "Osmanlıca" mı "Osmanlı Türkçesi" mi diye tartışan, o sırada hiç bir şeyin farkında olmayan, iki milyar civarında Müsllümanlarız.

Selam ve dua ile.

12 Aralık 2014 Cuma

Aşk Nedir'den


Aşk bilinmez ki…
Aşk, sadece yaşanır,
Sadece, aşk yaşanır…
Gönülde bir yangın başlamışsa,
O gönül bir viranedir,
Viranede yaşayan divanedir…
Uçsuz bucaksız bir çölde beklide…
Suyun olmadığı,
Azıcık bir gölgenin bulunmadığı,
Kavurucu sıcağa rağmen o çölde yaşanır…

Her Gün Bir Ayet (Bakara-3)


Metin Dönüştürücü




Metin Dönüştürücü programı ile Latin harfleriyle yazılmış olan metinler Arap harfleriyle (Osmanlı Türkçesi) yazılmış metne dönüştürülüyor. 


Ayrıntılı açıklamayı programın yardım menüsünde bulabilirsiniz. Programı beğenmeniz ümidi ile...



Osmanlı Türkçesi hakkında geniş kaynağa buradan ulaşabilirsiniz.

Programın hazırlanmasında yol gösterici olan bu haber için ve çokça emek harcayan  tasarımcıya teşekkür ederim.






6 Aralık 2014 Cumartesi

Bayanları anlamak!!!

Bayanları anlamak gerçekten mümkün değil.

Hiç bir zaman neyi ne için yaptıklarını anlayamadım.

Genelde üç beş insanın kuklası olduklarını düşünüyorum. Piyasaya çıkmış, sözüm ona adı, şanı büyük adamlar onlara yol gösteriyor, onlarda onların peşine takılmış gidiyorlar, yolun sonunu göremeden. 

Şu son yıllara doğru mudur artık yoksa internet var diye midir bilmiyorum ama, haber sitelerine giriyorum, en son ve güncel haber; falan bayan falan şey için soyundu... Bir kaç gün sonra için soyunacak başaka bir şey daha buluyorlar nasıl oluyorsa... Anlamak gerçekten mümkün değil...



Asıl soruyu en başından somak gerekirdi tabi ki, neye göre anlamak, kime göre anlamak...

Maksadım bu bayanları hakir görmek değil, üzülüyorum sadece. Gerçekten üzülüyorum. Siz dünyanın en kıymetli varlığını alıp bir paçavra gibi kullandırıyorsunuz, üç beş gün sözüm ona kıymet vermiş gibi yapıp, kullandıktan sonra bir kenara atıyorsunuz. 

Acaba bu bayanlar ne zaman bunu görecek de bu kadın erkek eşitliğinden, kendi ekonomik özgürlüklerinden... ve daha bir çok kendilerine eziyet olan şeylerden vazgeçecekler acaba...

Ne doğru? Ne yanlış?

Durup düşününce insan bir türlü karar veremiyor, neyin doğru neyin yanlış olduğuna. Durup etrafınıza bakınca hiç şaşkınlığa düşmüyor musunuz? Yüksek yüksek binalar, bir yerlere doğru koşuşturan insanlar. Bir kenarda dertli dertli düşünen biri. İki ayağı bir pabuca bile sığmamış biri... Acaba ne yapmalı diye düşünmüyor musunuz hiç? Bu kadar koşuşturmanın sonucu ne olacak? Ya da soruyu daha farklı soracak olursam, bu kadar hesabın sonucu ne olacak. Gün içerisinde binlerce hesap yapmıyor muyuz? Peki ya bu hesaplar doğru çıkmazsa? Ki genelde de doğru çıkmıyor. 2+2 genelde 4 yapmıyor.

Ya hesaplarımızın hepsi hatalıysa? İşte o zaman tek şansımız olasılığa kalıyor galiba. Umalım ki 2+2 nin 4 olacağı tutsun. 

:-)

Her Gün Bir Ayet (Fatiha-4)


3 Aralık 2014 Çarşamba

Her Gün Bir Ayet (Fatiha-1)



O kadar çok boş işlerle uğraşıyorum ki, genelde ne yaptığımın, ne ile uğraştığımın bile farkında olamıyorum. Bir bakıyorum ki bir anda bir şeyin içindeyim ama ne olduğunu bilmiyorum. Bu kadar boş şeyin içinden biraz olsun kendime faydalı olacak bir şey yapayım dedim. Belki çok uzun soluklu olacak ama "Bismillah" deyip başlayalım önce. En azından her gün bir Ayet okur, Rabbimiz'in bir sözünü anlamaya çalışmış olurum.

Selam ve Dua ile.

2 Aralık 2014 Salı

AŞK



AŞK

Aşk denen meret ne garip şeymiş,
Farkında olmadan gönül severmiş…



Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...