27 Ağustos 2022 Cumartesi

Kocakarı İle Ömer

 Üstâd-ı necîbim Ali Ekrem Bey’e

Yok ya Abbâs’ı bilmeyen, kimdi? ...
O sahâbîyi dinleyin şimdi:

«Bir karanlık geceydi pek de ayaz...»
İbni Hattâb’ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a’râbî!
Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
Geliyor muttasıl mehîb mehîb.
Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
Durmadan karşıdan selâmlaştık.
Düşünürken selâm alan sesini,
O heyûlâ uzandı tuttu beni:
Bir de baktım, Ömer değil mi imiş!
— Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?
— Şu mahallâtı devre çıkmıştım.
Gel beraber, benimle, üç beş adım.

* * *

Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
Uhrevî bir sükûn içinde civâr.
Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...
Şu yatan beldenin huzûruna bak!
O semâlar kadar yücelmiş alın,
Çakarak sînesinden âfâkın,
Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
Necm-i sâhirde sanki bir hâle!
Duruyor her evin önünde Ömer,
Dinliyor, bî-haber içerdekiler.
Geçmedik en harâb bir yapıyı.
Yokladık sağlı sollu her kapıyı.
Geldik artık Medîne hâricine;
Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

* * *

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
«Açız! Açız! » diye feryâd eden çocuklarının,
Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;
Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:
— Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek...
Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...
Selâmı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.
Selâmı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.
— Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
— Bugün ikinci gün, aç kaldılar...
— O halde, neden
Biraz yemek komuyorsun?
— Yemek mi? Çömleği sen,
Tirid mi zannediyorsun? İçinde sâde su var;
Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!
Ne çâre! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.
— Peki! Senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...
Tek erkeğin de mi yok?
— Hepsi öldü... Kimsem yok.
— Senin midir bu küçükler?
— Torunlarım.
— Ne de çok!
Adam Emîr’e gidip söylemez mi hâlini?
— Ah!
Emîr’e öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
— Ne yaptı, teyze, Ömer böyle inkisâr edecek?
— Ya ben yetîm avuturken, Emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu’llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?
— Haklısın, yalnız,
Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.
— Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş! ... Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de civârında inleyen elemi,
Medîne halkını üryan bırak, Mısır’da dolaş...
Gazâ! Gazâ! diye git soy cihânı, gel paylaş!

Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,
Kadın tehevvürü artık cünûna vardırdı:
— Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine;
Ömer! Savâik-ı tel’în olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme!
O sayha ra’d-ı kazâdır ki gönderir ademe!
«Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver...»
«Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer! »
Gidip de söyleyeyim hâ? ... Dilencilik yapamam!
Ömer de kim! Benim ondan kerîm adamdı babam.
Ölür de yüz suyu dökmem sizin halîfenize! ...
Ömer vuruldu bu son sözle...
— Haklısın teyze!
Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

* * *

Halîfe önde, bitik, suçlu, münfa’il, nâdim;
Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!
Medîne’nin dalarak münhanî sokaklarına;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
Arandı her yeri bir mum yakıp ale’l-acele.
— Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
Çuval Halîfe’de, yağ bende, çıktık anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;
Dedim ki:
— Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?
— Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb’ın.
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?
Yarın, huzûr-i İlâhî’de, kimseler, Ömer’in
Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmeyeydi vaktiyle.
Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes’ûl!
Yetîmi girye-i hüsrân alır, Ömer mes’ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer’i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
Ömer halîfe iken başka kim çıkar mes’ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer’den isteniyor beklenen Muhammed’den...
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
— Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
İdâre eyleyecek düştüğün bu ma’rekeyi?
Evet, adâleti «mutlak» hayâl edersen eğer,
Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
Beşer adâleti «mutlak» tahayyül eylerse,
Görür ümîdini mahkûm her zaman ye’se.
Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!
Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer’i!
Huzûr-i Hakk’a çıkarken bu unlu cebhenle,
Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
— Uzak mı yol? Daha çok var mı?
— Ancak üç beş adım.

Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:
Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!
Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
— Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
Hemen çakılları çömlekten indirip attı;
Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.
Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak,
Hemen sönüp gidecek...
— Teyze, yok mu hiç yakacak?

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer’e;
Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
Ocak tüter, Ömer üfler zefîr-i hârıyle;
Zemîni lihye-i beyzâ-yı târumârıyle,
Sücûd tavr-ı huşû’unda, muttasıl süpürür;
İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
Bulut geçer gibi necmin hıyât-ı nûrundan!
Ocak tutuştu, yemek pişti;
— Var mı teyze kabın?
Getir de indirelim...
— Var büyükçe bir kap alın.
Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekleyecek!
Ömer, çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek.
Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;
Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.
Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...
Dedim:
— Sabâh oluyor kalkalım...
— Evet, haydi!
Yarın Emâret’e gel teyze, öğleyin beni bul;
Emîr’e söyleriz, elbette hayr olur me’mûl.

* * *

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
Biz de çıktık vedâ edip artık.
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Doğru indik Halîfe’nin evine.
«Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver»
Diye, koyvermiyordu, çünkü, Ömer.
Etti az sonra subh-i velveledâr
Uyuyan şehri kâmilen bîdâr.
Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
— Gâlibâ teyze uykusuz kaldın!
İşte bağlanmak üzredir nafakan,
Alacaksın her ay gelip buradan.
Şimdi afveyledin, değil mi beni?
— Böyle göster fakat adâletini.

Mehmet Akif Ersoy

Alıntı

BİR KİŞİNİN HAKKI

        Seçimler yaklaşıyor, partiler seçim çalışması yapıyor. (Keşke koltuk kazanmak için çalıştıkları kadar ülke için çalışsalar.)Ülke gündeminde garip garip olaylar. O onu dedi, bu bunu yaptı... Dedikodu furyası devam ediyor. 

        Bir kesim her şey mükemmel diyor, bir kesim yapılan ne varsa hepsi yanlıştır, biz yanlış demek için varız diyor. Bir diğer grup bunların ikisi de yanlış biz doğruyuz diyor... 

        Herkes ya yaptığıyla ya da yapmadığıyla övünüyor. Gariban halk da seçim gününü bekliyor oy kullanacak. Seçim günü oy verme süresi en fazla 30 saniye, mührü pusulaya bastığınızda artık kimse size beş sene bir şey sormuyor. Aynı düzen devam ediyor. 

        A gidip B gelse de aynı şey değişmeyecek. Oy kullanacak seçmeni tanıyan kaç milletvekili var? Bu milletvekilleri ne yapar?

        Seçim öncesindeyiz, herkes birbirini suçlayıp duruyor. Eğer gerçekten bir suç varsa savcılığa neden başvurmuyorlar. Yok eğer suç yoksa çamur atmanın nedeni ne? Melese ülkeyi mi kalkındırmak yoksa koltuğa mı oturmak? Kimseyi kandırmaya, aldatmaya gerek yok.

        Milletvekilleri çok iyi çalıştıklarını, halkın onlara teveccüh ettiğini düşünüyorlarsa neden bağımsız aday olmuyorlar? 

        Partiler ülkeyi daha iyi yöneteceklerini düşünüyorlarsa neden kendi Cumhurbaşkanı adaylarını çıkarmıyorlar? İttifak kurmak nasıl bir mantıktır anlayamadım?
Bir grubun yaptıklarını beğenmeyip farklı bir parti kuruyorsunuz ama sonra ülkeyi yönetmek için aynı masada birleşip biz bunu yapamayız başka birini bulalım diyorsunuz. Çok anlamsız değil mi? Çok çelişki yok mu?

        Amaç ülkeyi kalkındırmaksa neden meclis bir araya gelip doğruyu bulup kanunları ona göre yazmıyor? Ülkenin sorunlarını mı göremiyorlar? Yoksa görmek mi istemiyorlar. Yoksa koltuk sevdası mı? Seçimle gelmiş olanlar en azından bir sonraki seçim yaklaştığında başını iki elinin arasına alıp, "beş sene oldu neredeyse ben halkın bana verdiği yetkiyle ne yaptım, ülkeye ne fayda sağladım" diye düşünüyorlar mı? Veya "ülke için, halk için şunu da yapmalıydım, şunu yanlış yaptım" diyorlar mı? Yoksa yaptık oldu mantığındalar mı? Ya da yaptıklarına bakıp mı övünüyorlar, böbürleniyorlar. Anlamsız bir siyasi sistem var. Siyasilerin düşüncelerini anlamak da pek mümkün değil.

        Ülkede ki her birimin kendine göre sıkıntıları mevcut, en iyi denilen kurumda bile bir çok sıkıntı vardır olacaktır da. Bu sıkıntıları çözmek yerine sürekli bir tartışma hali mevcut. Çözüm lazım, birbirine laf atıp, saldırmak değil.

  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi hakkını alıp 1 kişi hakkını alamıyorsa mahkemede sorun vardır.
  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi ev alıp 1 kişi ev alamıyorsa maaşlarda/konutlarda sorun vardır.
  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi ev tok uyuyup 1 kişi aç uyuyorsa sosyal sistemde sorun vardır.
  • Çözüm lazım, her şeye... Yapılanlara değil, yapılamayanlara odaklanmak lazım. 99 kişi hastanede muayene oluyor 1 kişi muayene olamıyorsa sağlık sisteminde sorun vardır.
liste uzayıp gider. 

        Mesele kimseyi mutlu etmek değil, o garip olan bir kişinin hakkını ona teslim edebilmek. Kimse o bir kişinin kendi hakkını aramasını beklememeli, herkes o bir kişinin hakkını kendisine teslim etmeli.
Eğer o bir kişinin hakkını teslim edebilecek biri varsa gelsin oy istesin. Yoksa kim olduğu çok önemli değil zaten. Mevcut sistem sürüp gidiyor.

Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...