24 Aralık 2016 Cumartesi

Kuantum Mühendislik



Kuantum Mühendislik
Resul Ekrem GÜNBEY
İnşaat Mühendisi

Yeniköy Mah. Cumhutiyet Cad. Rize İş Merkezi 184/307 Merkez/RİZE
0 533 424 1081
kuantummuhendislik@gmail.com


29 Temmuz 2016 Cuma

Dua

Biz,kısık sesleriz...minareleri,
Sen,ezansız bırakma Allahım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allahım!
Mahyasızdır minareler...göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allahım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allahım!
Bize güç ver...cihad meydanını,
Pehlivansız bırakma Allahım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah'ım!
Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah'ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah'ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız;
Ve vatansız bırakma Allah'ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah'ım!

Arif Nihat Asya


6 Temmuz 2016 Çarşamba

Lepistes Almadan Önce Lütfen Okuyunuz



Lepistesler sanılanın aksine eski suyu severler yaşadıklar ortamlar pırıl pırıl berrak sular değillerdir.
Küçük akvaryumlarınıza büyük filtreler takmayınız yarattığı sirkülasyon bedeni küçücük olan bir lepistesi gereğinden fazla hırpalamasına sebep olacak yorgun düşüp ölecektir.
Lepistes balıklarınızı tek tür beslemenizi öneririm her zaman başka türleri karıştırmak bana anlamsız gelmiştir.
Akvaryum hobisi profesyonelleştikçe hangi türü beslerseniz besleyin zamanla külfet haline gelebilir masraflarınızı ve alım yaptığınız ekipmanları ileriye yönelik alırsanız daha az zarar etmiş olursunuz .
Lepistes balıklarınızın ömrü 10 sene değildir ortalama 1 yada 1.5 sene yaşarlar dişi lepisteslerin bellerinde sürekli doğumlardan ötürü bükülme meydana gelebilir yanlış bilgilendirme ile yıllarca yaşatacağınızı sanmayın çünkü yerli üretimlerde bile bu tip ölümler meydana geliyor.

YENİ KURULAN TANK SENDROMU NEDİR ?

Akvaryum hobisine yeni başlayan pek çok amatör aynı yoldan geçmiştir herhalde:
50-60 litrelik bir akvaryum alınır. Satıcının tavsiyesi doğrultusunda kurulur, bir-iki gün çalıştırılır. (Bu süre bazen 1-2 hafta da olabilir). Sonra içine balıklar eklenir. İlk birkaç hafta boyunca herşey gayet güzel gitmektedir. Derken bir gün birden bire balıklar ölmeye başlar.
Görünüşte hiç bir neden yoktur. Birkaç gün öncesine kadar gayet sağlılıklı bir şekilde akvaryumun içinde oradan oraya yüzen zavallı balıklar, yemeden içmeden kesilmiş bir şekilde yüzgeçleri büzüşmüş vaziyette ya dibe çökmüştür, ya da yüzeyde, ağzlarını havaya açmış ölmeyi beklemektedir.
Ölen balıklar çıkartılır, yerlerine yenileri eklenir, ama bu yeni eklenen balıklar da süratle aynı semptomları gösterir ve ölürler.
Pek çok yeni başlayan hobi erbabı, akvaryuma avuç dolusu ilaç eklemeye başlarlar. Hiç bir faydası olmaz. Sağa sola sorarlar, birbirinden alakasız, beşibiryerde cevaplar alırlar:
-Parazit olabilir –tuz ekle, ısıyı arttır.
-Silkon zehirlenmesidir, akvaryumu değiştir.
-Bulaşıcı hastalık var, akvaryumu komple boşalt dezenfekte et, yeniden kur.
Ne yazık ki bu yöntemlerin hiç birisi bir işe yaramaz.
Genellikle, şişeler dolusu ilacın hiçbir faydası olmadığını gören acemi akvaristler, yapılabilecek en yanlış işi yaparlar: Tüm akvaryum boşaltılır, kumu, taşları, dekorları kaynatılır, akvaryum tuzla ovulur, yeni baştan kurulur. Yeni balıklar eklenir.
Birkaç hafta herşey yine yolunda görünür. Ama derken sil baştan, balıklar yeniden ölmeye başlar.
Bu tür senaryoların çoğu, acemi akvaristin “ben bu işi beceremiyorum” demesi ve akvaryumunu elden çıkartması, ya da balkonda saksı haline getirmesi ile son bulur.
Halbuki yeni kurulan bir akvaryumda birkaç hafta veya ay içerisinde görülen balık ölümlerinin hiç birisi sebepsiz değildir. Tam tersine çok güzel bir sebebi vardır.

YENİ AKVARYUM SENDROMU.

Tabiatta, onmilyonlarca yıldır süregelen bir takım doğal döngüler vardır: Su döngüsü, oksijen döngüsü, Azot döngüsü gibi. Tüm bu döngüler, doğal hayatın (ve de insan hayatının) devamı için gereken dengeleri oluştururlar.
Akvaryum gibi yapay bir ortam, ilk oluşturulduğunda tüm bu döngülerin ve dengelerin dışındadır. İşin iyi tarafı, birtakım dengeler, biz istesek de istemesek de kendiliğinden oluşacaktır. Ama işin bir de kötü tarafı var: bu dengelerin oluşması zaman alır.
Akvaryum ilk kurulduğu anda, içinde sadece su (ve kum ve dekorasyon vs) bulunan bir fanustur ve bu fanusun içerisine bir canlı eklendiğinde, doğal olarak oluşacak atıkları parçalayacak ve de zararsız hale getirecek en önemli mekanizma olan AZOT DÖNGÜSÜ’nden yoksundur.

Peki nedir bu Azot Döngüsü?

Akvaryumda yaşayan her canlı (balıklar, salyangozlar, karidesler, bitkiler vs) atık üretir. Bu atıklar, ve de yenmeyen yemler gibi diğer organik maddeler çözülürken amonyak (NH3) denen gaz orta çıkarlar.
Doğal döngü içerisinde, Amonyak (NH3) tabiatta varolan “nitrosomonas” türü bakteriler tarafından okside edilerek Nitrit (NO2)’e dönüştürülür. Ortaya çıkan nitrit, bu sefer “nitrobakter” adı verilen bakteriler tarafından tekrar parçalanarak nitrata (NO3) çevrilir. Ortaya çıkan nitrat ise bitkiler tarafından besin olarak kullanılır ve döngü tamamlanır.
Yeni kurulan bir akvaryumda, bu döngüyü gerçekleştirecek nitrosomonas ve nitrobakter türü bakterilerin yeterli bir popülasyona ulaşması, kullanılan filtreye, akvaryumun büyüklüğüne, biyolojik yükün (canlı popülasyonunun) duruma göre 2 ila 4 ay sürer. Bakteriler, akvaryumda kullanılan filtre medyasında, kumda, kayaların ve dekorasyonların üzerinde ve diğer bilmum yüzeyde kolonileşirler.
Biofiltre veya biyolojik filtre olarak da bilinen bu yararlı bakteri populasyonu yeterli düzeye ulaşmadan önce ise, maalesef ortaya çıkan amonyak ve nitrit gazları, balıklar için son derece ölümcül bir tehlike arz eder.
Özellikle yeni başlayan acemi akvaristler, bir heves çok sayıda balığı akvaryuma doldurdukları için, akvaryum suyu süratle amonyak bakımından zengin bir hale gelir. Çoğunlukla tavsiye edilen haftalık %25-%30 su değişimi ise maalesef amonyağı seyreltmek için yeterli değildir. Biyolojik filtrenin yetersizliğinden dolayı, hızla artan amonyak miktarı, özellikle de yüksek PH sularda zehirden farksızdır.
Amonyak, balığın beynini, merkezi sinir sistemini ve tüm iç organlarını etkiler. Dokularda ciddi hasara neden olur. Balıklar iştah kaybeder, su yüzeyinde toplanırlar, bazen de dibe çökerler. Doku hasarı yüzünden pul kayıpları, galsamada kanama, gövdede kırmızı lekeler gibi belirtiler ortaya çıkar. Ne yazık ki bu belirtilerin bir kısmı, parazit veya benzer enfeksiyonlarla karıştırıldığı için, akvaryuma dezenfektan konulur (çok çok büyük bir hata). Bu dezenfektanlar, yeni yeni kolonileşmeye başlayan nitrosomonasları süratle öldüreceği için, döngüyü geriletip fayda yerine zarar verirler.
Bu belirtiler, balıkların türlerine göre, aniden ortaya çıkabileceği gibi, yavaş yavaş da görülebilir.
Maalesef, pek çok acemi akvaristin yaptığı “suyu boşaltıp, kumu kaynatıp, kayaları dezenfekte etme” yolu, anlaşılacağı üzere hiç bir işe yaramayacağı gibi, döngüyü sıfır noktasına geri çevirdiği için “en yapılmaması gereken” işlemdir.
Biyolojik yükü az, filtre mekanizmaları doğru bir şekilde kurulmuş, düzenli su değişimi yapılan ve düşük PH (7-7.5) su kullanılan akvaryumlarda, dayanıklı balıklar bu ilk aşamayı atlatabilir. Ancak hemen ardından ikinci bir tehlike ile karşı karşıya kalırlar.

NİTRİT.

Akvaryum ortamında yeterli popülasyona ulaşan nitrosomonas bakterilerinin açığa çıkardığı Nitrit (NO2), amonyak kadar olmasa bile, son derece tehlikeli bir kimyasaldır. Kanın oksijen taşıma kapasitesini kısıtladığı için, özellikle uzun süre yüksek değerlerde kalması durumunda balıkların (suda yeteri miktarda oksijen olsa dahi) boğularak ölmesine neden olur. İşin kötü tarafı, nitrobakter türü bakteriler, nitrosomonaslara oranla çok daha yavaş bir popülasyon artışı gösterirler.
Giderek yükselen nitrit oranlarına maruz kalan balıklar, aynı amonyak zehirlenmesinde olduğu gibi iştahlarını kaybederler, su yüzeyine toplanırlar, hızlı hızlı nefes almaya çalışırlar. Sanki bir parazitten kurtulmak istiyormuş gibi akvaryum içerisindeki dekorasyonlara, kumlara, taşlara sürtünerek “kaşınırlar”.
Nitrit nedeni ile kanda biriken “methemoglobin” maddesi, kan rengini kahverengiye çevirir. Bu yüzden balıkların galsamaları kararır, açık renkli balıklarda genel bir kararma, renkli balıklarda renk kaybı olur. (nitrit zehirlenmesi, kahverengi kan hastalığı olarak da bilinir) Maalesef bu belirtiler de çeşitli enfeksiyon belirtileri ile karıştırılmaktadır. Eğer bu aşamada akvaryuma dezenfektan konulursa, zar zor kolonileşen nitrosomonaslar yok olacağından, hızla amonyak seviyeleri de artmaya başlayacaktır. Bu ikisinin bir araya gelmesi de haliyle en dayanıklı balıklar için bile ölümcüldür.
Yeni kurulan akvaryumlarda, biyolojik filtre (bakteri kolonileri) gelişip, azot döngüsü oturuna kadar görülen bu ölümlere “Yeni Akvaryum Sendromu” denmektedir.
Peki, yeni akvaryum “eskiyene” kadar balık ölümlerinden kaçınmak için ne yapılabilir:
– Öncelikle, genel olarak tavsiye edilen “akvaryumu boş çalıştırma” olayının, su ısısının oturması dışında hiç bir faydası yoktur. Akvaryumda çözülen veya çürüyen organik madde olmadığı takdirde bakteri populasyonu gelişmez. Bu yüzden mutlaka organik atık üretecek birşeylerin olması veya suni olarak amonyak eklenmesi şarttır.
En sık uygulanan yöntem, akvaryuma bir ya da iki tane balık koyup, bir-iki ay boyunca sürekli ve düzenli su değişimleri ile azot döngüsünü başlatmaktır. Bunun ardından balıklar yine yavaş yavaş eklendiği takdirde, çok bir sorun olmadan akvaryum “güvenli” bir hale getirilebilir. Maalesef yeni başlayan arkadaşların en çok yaptığı hata, bir anda çok sayıda balığı akvaryuma koymaktır. Bu da ölümcül bir hatadır.
– İkinci bir yol olarak, hiç balık koymadan, suya amonyak ekleyip döngünün oturmasını beklemektir. Her ne kadar bu yöntem, “en güvenli yöntem” olsa da, yeni başlayan birisinin 1-2 ay boyunca boş akvaryuma bakmayı istememesi yüzünden pek uygulama bulamamakta maalesef.
– Yeni kurulan bir akvaryum (çok istisnai durumlar haricinde) asla ve de kat’a tamamen boşaltılıp dezenfekte edilmemelidir.
– Akvaryum filtresi asla ve de asla, çeşme suyu ile yıkanmamalıdır. Çeşme suyunda bulunan klor, burada yaşamlarını sürdürmeye çalışan zavallı bakterileri efektif bir şekilde öldüreceği için biyolojik filtreyi etkisiz hale getirir ve de sudaki amonyak oranının süratle yükselmesine neden olur. Filtre medyası, dip çekme sırasında boşaltılan akvaryum suyunda çalkalanarak temizlenebilir.
– İlk bir kaç ay boyunca yemleme mümkün olduğu kadar az yapılmalı, yenmeyip dibe çöken yemler hızla akvaryumdan uzaklaştırılmalıdır.
– Azot döngüsü oluşana kadar, dipte kesinlikle dışkı birikmesine müsade edilmemeli, bitkilerden dökülen yapraklar, dışkılar ve diğer organik atıklar günlük olarak akvaryumdan uzaklaştırılmalıdır.
– Yine ilk birkaç ay boyunca, günlük %10-%15 su değişimleri yapılmalı, su değişimi sırasında mutlaka dip çekilmelidir. Amonyak ve nitrit gazları sudan ağır olduğu için dipte birikirler. Düzenli dip çekimi ile sudaki yoğunlukları kontrol altında tutulabilir.
– Test kitleri, her ne kadar pahalı da olsa, çok faydalıdır. Ama ne hikmetse yüzlerce liralık balıklarını kaybetmeyi göze alanlar, 60-70 lira verip sularının ne halde olduğunu kesin ve net bir şekilde söyleyebilecek test kitleri edinmekten kaçınırlar. Halbuki kaliteli bir Amonyak ve Nitrit test kiti ile, bu zehirli gazların sudaki yoğunluğu kontrol etmek ve su değişimlerini buna göre ayarlamak ve de balık ölümlerinden kaçınmak çok mümkündür.
Herkese sağlıklı akvaryumlar dilerim.



Lepistes balığında görülen hastalıklar
Lepistes balığı hastalıkları ve tedavisi

Hastalıkları önlemede en önemlisi korunmaktır. Yeni balık aldığınızda mutlaka karantinaya alınmalıdır. Yeni balık en az bir hafta karantinada kalmalı ve bu tankta kullanılan ağ farklı olmalıdır.

Columnaris:

Bakteriyel bir hastalıktır. Gram negatif bir basil neden olur. Bakterinin adı flexibacter columnaristir. Columnaris, pamuk-ağız, flexibacter, ağız mantarı adlarıyla bilinir. Küfe benzer lezyonlar nedeniyle sıklıkla mantar enfeksiyonları ile karışır. Canlı doğuranlar ve kedi balıklarında sık görülür. İsmini tüm akvaryum ortamlarında bulunan çubuk benzeri (columnar) şekilli bakterisinden almıştır.
Bakteri genellikle kötü su kalitesi, yetersiz diyet veya ele alınma ve yolculuk gibi nedenlerle strese girmiş balıklarda görülür. Columnaris balığa solungaçlardan, ağızdan veya balıktaki küçük yaralardan girebilir. Hastalık çok bulaşıcıdır ve ağlar, kaplar hatta yiyecekle bulaşabilir.
Columnaris eksternal veya internal olabilir ve kronik veya akut hastalığı takiben görülebilir. Kronik durumlarda hastalik yavaş ilerler, balığın ölümünden önce günler geçebilir. Akut durumlarda hastalik hızla ilerler ve tüm balıklara yayılır. Yüksek sıcaklık hastalığın ilerleyişini hızlandırır ancak sıcaklığı düşürmek hastalığın sonucunu etkilemeyecektir.

Semptomlar:

Ağızda, pullarda ve yüzgeçlerde beyaz noktalar
Ağzı yiyen pamuksu oluşum
Kenarlardan başlayarak yüzgeçlerde çürüme
sırt yüzgeç yakınında ‘eyer’ benzeri lezyon
Etkilenen ciltte mantar istilası
Solungaçların etkilendiği durumlarda hızlı soluma
Genellikle columnaris enfeksiyonu eksternaldir ve ağızda, yüzgeç veya solungaç kenarlarında beyaz noktalarla başlar. Lezyonlar ilk olarak normal parlak görünümde daha solgun bir alan olarak görülür. Lezyon ilerledikçe sarımsı veya kahverengimsi bir hal alır ve etrafındaki alan kırmızı görülebilir.
Sırttaki lezyon sıklıkla yanlara doğru ilerler ve eyer görünümünü alır. Ağızdaki lezyon küfümsü veya pamuksu bir görünüm alır ve ağız parçalanmaya başlar. Bakteri girdiğinde solungaçlardaki filamanlar birbirine yapışır ve balık oksijen yetmezliğine bağlı hızlı solumaya başlar. Daha ender olarak enfeksiyon internaldir ve hiç eksternal semptom görülmez.
Tedavi:

Suyu değiştir
Dibi temizle
Akvaryum tuzu ekle
Bakır sülfat veya antibiyotik ile tedavi et
Tedavi süresince karbon filtrasyonu durdur.
Eksternal enfeksiyonlar antibiyotik ve sudaki kimyasallarla tedavi edilmeli. Bakır sülfat, acriflavine, furan ve terramisin eksternal olarak tedavide kulanılabilir. Terramisinin hem banyo hem de yemlerle internal enfeksiyon için çok etkili olduğu gösterilmiştir. Solungaç fonksiyonunu arttırmak için tuz eklenebilir. Canlı doğuranlar tuzdan özellikle yarar görecektir ancak kedi balıklarını tedavi ederken dikkatli olunmalıdır.

Korunma:

Yeni balıkları 2 hafta boyunca karantinaya alın
su kalitesini yüksek tutun
Besin değeri dengeli bir yem kullanın
Balıkları taşımadan önce profilaktik tedavi uygulayın
Kullanmadan önce ağları ve diğer ekipmanı temizleyin
Bakteri organik artıklara yerleştiği için düzenli su değişimleri ve dip temizliği ile hastalıktan korunulabilir. Uygun yem ve iyi su kalitesi balığın strese girmesini önleyecek ve hastalığa duyarlı olmayacaktır. Yayılımı önlemek için ağlar ve diğer malzemeler kullanım öncesi dezenfekte edilmelidir. Canlı doğuran akvaryumlarında tuz kullanılabilir. Balıklar taşınacağı zaman korumak amacıyla profilaktik antibiyotik ve ilaçlı yemler kullanılabilir.

Su zehirlenmesi

Lepisteslerin ölümünden en sık sorumlu olan su zehirlenmesidir. Sudaki zararlı mineraller balıkları zehirler. Uzun kurşun borulardan gelen su insanları olduğu gibi balıkları da öldürür. Amerikada 50 lerden önce inşa edilen birçok evde bulunabilen bakır borular da aynı şekilde zehirlidir. Milyonda 0.2 bölüm bakır birçok balığı 24 saat içinde öldürebilir. Önemsiz görünen miktarlardaki bakır bile yavru balıkların ihtiyaç duyduğu küçük yemleri bozabilir. Çok asidik, çok alkali ve çok tuzlu su ölümcül olabilir. Şehir suyuna bağlı bir musluktan alınan su da fazla kloru nedeniyle öldürebilir. Uygun olmayan akvaryum alşısı, silikon yapıştırıcı ve süslemeler de zehirlenmeye neden olabilir. Sayılan nedenlerden birine bağlı olarak oluşan uygunsuz su balık ölümlerinin en sık nedenidir.

Yiyecek zehirlenmesi:

Çok sık olan ancak çoğunlukla gözden kaçan balık ölüm nedenlerinden biri yiyecek zehirlenmesidir. Fazla besleme fermantasyon ve bozulmaya neden olur ve yetersiz havalandırma ile birlikte yenmemiş yem üzerinde çoğalan bakterilerin oluşturduğu toksinler balıkları öldürür. Besin zehirlenmesi bakteriyel ve mantar enfeksiyonları gibi ikincil problemlere neden olabilir.
Birçok lepistes yetiştiricisi balıklarını günde 5-10 kez beslemektedir, bu aşamada balıkların 5 dakika içinde bitirebileceği kadar yem verilmeli, yeterli havalandırma ve filtrasyon olduğundan emin olunmalı ve sık su değişimleri yapılmalıdır. Bunlar besin zehirlenmesi ihtimalini azaltırlar.

Karbondioksit zehirlenmesi:

Kalabalık genellikle bu soruna neden olur. Fazla CO2 verilmesi, yetersiz bitki veya bitki büyümesi için ışık veya yetersiz havalandırma nedeniyle CO2 oksijen döngüsünün bozulması karbondioksit zehirlenmesine bu da balık ölümüne neden olur. Etkisi genellikle oldukça barizdir, balık su yüzeyinde oksijen almak için çabalıyordur. Baloncuklar çıkaran bir havataşı karbondioksit zehirlenmesini önlemede yeterlidir.

Ölü bitkilere bağlı zehirlenme:

Bazen ölü bitkiler balıkları öldürebilecek bazı kimyasallar salabilir. Suyun keskin bir kokusu olabilir, bazen o kadar güçlüdür ki odaya girer girmez farkedersiniz. Akvaryumda farklı bir koku olduğunda hemen nedeni araştırılmalıdır. Bazen bir çeşit bitki olan, algler bile aynı anda yeterli miktarda öldüğünde balıklar için ölümcül olabilir.
Çoğu lepistes üreticisi hiç bitki olmayan çıplak tanklar kullanırlar. Şahsen ben her zaman bitkili akvaryumları tercih ediyorum, temelde su kalitesinin bir göstergesi olarak Water Sprite ve yeni doğanlar için mükemmel bir saklanma yeri olan java moss. Bence lepistesler böyle bir ortamı tercih ediyorlar ve izlemesi çok daha zevkli oluyor.

Evdeki zehirler:

Evde kullanılan sinek ilaçları balıkları öldürebilir. Rotonone adlı ilaç 13 milyonda bir konsantrasyonda olsa bile yavruları öldürebilir. Diğerleri de benzer şekilde ölümcüldür. Evin başka bir odasında hatta başka katında kullanılsa bile balıklara zarar verebilir, bu nedenle evde sinek öldürücüler kullanılmamalıdır. Dış mekan havuzlarında pire tozu kullanılan bir köpeğin havuza atlaması veya çiçekler veya bitkiler için kullanılan böcek ilaçları büyük kayıplara neden olabilir. Sabun veya temizledikten sonra iyi durulanmamış diğer dezenfektanlar ölümlere neden olabilir. Evde bir kova sadece balıklarınız için kullanılsın, başka hiçbir amaçla kullanılmasın. Akvaryum camlarını temizlemenin en iyi yolu gazete ve beyaz sirkedir.

Mantar hastalıkları:

Mantarlar bakterilerden farklı büyürler. Bazıları uygun şartlarda karakteristik özelliklerini kazanana kadar spor adı verilen dirençli formda kalırlar. Maya gibi diğerleri ise tomurcuklanarak ürerler ve yeni organizmalar oluştururlar. Bazısı küf gibi görünür. Bazısı bir alanı istila eder ve sümüksü bir görünüm alır. Bazı mantarlar hareketlidir, kamçı benzeri uzantılarıyla ilerlerler.
Saprolegnia :

Balığın vücudunda beyaz sümüksü, yassı bir yama belirirse muhtemelen saprolegniadır.
Tedavi: Balığı ayırın ve ağı dezenfekte edin.
1- Her galon su için 2 damla metaphenin alkoldeki solüsyonundan milroorganizmayı öldürmek için eklenmelidir.
2- Tuz tedavisi
3- Isı tedavisi
4- Balığı ıslak bir ağda tutarken hasta noktaya hidrojen peroksit uygulayın. Dezenfekte olması için akvaryuma geri koymadan önce 15-30 sn bekleyin.
5- Malaşit yeşili
6- Metilen mavisi
7- Acriflavin
Ağız mantarı:

Sık görülen bir lepistes hastalığıdır. Balığın ağzını kapamasını engelleyen küçük beyaz bir noktadan bütün ağzını dolduran süngerimsi bir yapıya dönüşür ve balık ölür. Ağızdaki pamuk benzeri lezyon mikroskop altında incelendiğinde birçok hareketli organizma görülebilir. Büyüme sadece ağızda olmaz dokunun kenarlarından ilerler. Birçok insan bu lezyonun balığın yemesini engellediğini ve açlıktan öldüğünü düşünür ama asıl durum böyle değildir. Ağızdan girmesi zorunlu olan ve solungaçlardan geçen su akışı kesilmiştir, bu da balığı öldüren sebeptir. Hasta balık tamamen ilgisizdir ve iyi havalandırılan tanklarda bile yüzeyde asılı duruyordur.
Tedavi:
1- Aureomycin 250 mg 10 galonluk tank için
2- Mercurokrom, her galon için bir damla, mikroorganizmayı yokettiği söylenir
3- Metaphen, her galon için 2 damla

Taç mantarı:

Mantar küçük bir noktadan yukarı ve etrafa doğru yayılıyor ve minyatür bir taç veya güneş ışınları gibi gözüküyorsa bu muhtemelen taç mantarıdır. Işınlar kaybolmadan önce bir inçin sekizde biri kadar uzayabilir.

Tedavi:
1- Mercurokrom
2- Noktaya hidrojen peroksit ile dokunun
3- Aureomycin, her galon için 50-100 mg ve 3 gün sonra su değişimi yapılmalıdır.

Yüzgeç ve Kuyruk mantarı:

Bazen yüzgeçlerde veya kuyrukta grimsi- beyazımsı lekeler ortaya çıkar, bu alanları eritir ve balığın yüzmesini engeller. Isının çok düşük olduğu ortamlarda daha çok görülür.

Tedavi:

1- Isıyı yükselt
2- Balığı nemli bir bezde tut ve hidrojen peroksit uygula. Eğer sadece kuyruktaysa kuyruğun hidrojen peroksit içinde serbestçe yüzmesine izin ver. Etkilenen kısım düşecektir.
3- Mercurokrom
4- Tanka veya direkt balığa metaphen

Solungaç hastalığı:

Birçok organizma neden olabilir. Solungaçlar normalde olduğundan daha kırmızıdır. Hastalık yavaş ilerler. Daha yaşlı balıklarda aşırı zayıflık görülebilir, balık yer ama yeteri kadar değildir ve garip bir şekilde yüzer. Bazı uzmanlar viral bazıları bakteriyel olduğunu düşünür ancak etken çoğunlukla mantardır.

Tedavi:

Etkilenen balıklar nadiren iyileştiği için en iyi yol hastalık işaretleri göstermeye başladığında balıktan kurtulmak gibi gözükmektedir. Denenmiş ancak solungaç hastalığını tedavi etmede başarısız olmuş ilaçlar; aureomisin, penisilin, terramisin ve hidrojen peroksittir. Bazı antibiyotiklerle başarı bildirilmişse de hastalığın nedeni değişken olduğundan tedavi her zaman başarılı değildir.
1- Metaphen
2- Mercurokrom
3- potasyum permanganat
4- Balıklara biraz daha fazla yer verin
5- Büyük yavrular ve yetişkin balıklar için tuz ekleyin

Beyaz benek hastalığı nedir ?

Beyaz benek Ciliaten parazit ailesine ait bir bakteri türüdür. Bilimsel adı ichthyophthirius multifiliis’ dir. Akvarist dilinde Ichthyo yada beyaz benek denir.
Diagnoz (teşhis etme): Balık vücüdunda (deri üzerinde) oluşan yayılmış beyaz noktacıklar. Deride olan mukozanın mat bir renk alması.
Nedenleri: Akvaryumda hijyenik olmayan ortam, su değişimlerinde yapılan hatalar, akvaryum temizliğinin düzenli yapılmaması, su değerlerinin kötü oluşu
hastalık nedenleridir.

Giriş/Sunum:

Ichthyophthirius multifiliis (beyaz benek) paraziti akvaryumda ve havuz bahçeleri balıklarında yaygın şekilde görülen ve hızla yayılan bir
parazit türüdür. Bu parazit suda 3°C de 30°C sıcaklıkta yaşar, ürer ve yayılır.
Suyun gerektiği kadar temiz olmaması (bakteriel acıdan) bu parazitin baska balıklarada geçmesini tetikler. Ama bulaşıcı değildir. Ve balıkta huzursuzluğa
neden olur. Balık ilk etapta normal görünsede sonra akvaryum zeminine gelerek kuma, kayaya veya ağaç köklerine sürtünme eğilimi gösterir.
Bu eğilim balığınızın huzursuz olduğunu, parazitlerin vermiş olduğu kaşıntı nedeniyle balığın parazitten kurtulmak için baş vurduğu bir eğilim olarak
görülür. Balık yüzerken bazen hiç olmadığı kadar aniden hızlanır, bu eğilim sanki balik derisine iğnemsi batmalar gibi hisseden balığın kaçma eğilimidir.

Akvaryum kumuna ve ya öteki dekorlara sürtünen balık böylece akvaryumun her tarafına bu paraziti yaymış olur. Ve öteki balıklarınıza geçme olasılığı %
(yüzde) si artar. 2005 yılından itibaren bilim adamları Ciliaten ailesine ait olan Ichthyo (beyaz benek) parazitinin karakter yapısını arastırmış, savunma
özelliklerini çözmüşlerdir. Ama bu Ichthyo parazitinin karakter değiştirmeyecegi anlamına gelmemelidir. Bu bağlamda Ichthyo parazitleri bir kaç türde
bulunmaktadır ve hep olacaktır. Ichthyo paraziti bilinen 5 çesiti vardır bu türlerin yayılma ve davranış şekilleri hemen hemen aynıdır.

Nasıl tedavi edilir :

Bu bilinmelidir ki Ichthyo paraziti hiç bir zaman yok edilmez ama tamamen etkisiz hale getirilerek zararlaştırılır, yani parazitin yaşam döngüsü frenlenir.
Eğer su değişiminde su prepatı kullanmıyorsanız en büyük hatayı bastan işlemişsiniz demektir. Suya katılan su dengeleyici preparat sadece suda bulunan ağır metalleri yok etmekle kalmaz, balıklarınızın deri mukozasında bir zırh oluşturarak gelecek olan parazitleri kalkanlar (önemli biçimde önler), preparat su da olan zararlı bakterileri etkisiz hale getirerek balıklarınızın stressiz yasamaşına önayak olur.

Tedaviye başlanmadan önce %30-%50 arasında su değişimi yapınız. Filtreyi kesinlikle temizlemeyiniz!. Tedavide ilk etapta yerlesmiş olan parazitin akvaryum ortamında yayılmasını önlemek için preparat atılır (Akvaryumdaki litre basına kullanma kilavuzunda önerilen dozda), Aktiv karbon ünitesi filtreden çikartılır, UV cihazı kapatılır (eger kullanıyorsanız), CO2 karbondioksit desteği kapatılır.

Akvaryum sıcaklığını 31°C-32°C derceye çıkartılır. litre basına 1 çay kaşığı ucu iyotsuz kaya tuzu ekleyiniz. ilaç olarak ilk etapta sera baktopur® eklenir
(kullanma kılavuzundaki dozlarda kullanılmalıdır.) Daha sonra Sera cryptopur (kullanma kılavuzundaki dozlarda kullanılmalıdır.) Akvaryumunuzdaki balıklarda beyaz benek çok yayılmış ise tedavi uzun sürdürülmelidir. ilaçları ekledikten 8 saat sonra akvaryum suyunun sıcaklığını normal seviyeye getiriniz. Geçmiş olsun.
Verilecek Ilac :

Sera cryptopur + sera costapur
Tatlı ve tuzlu su balıklarında görülen Ichthyophthirius (beyaz benek) ve Costia, Chilodonella ve Trichodina gibi diğer deri parazitlerine karşı yaygın bir tedavi şeklidir.
Pulsuz balıkların (çöpçü balıklar ve botyalar) Ichthyophthirius istilâsına uğraması bu balıkları hem zayıflatır hem de tehlikeye atar. Suyun içindeki organik (hümik maddeler) ve inorganik (su sertliği oluşturanlar) maddeler, tedaviyi olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla tedavi öncesinde kısmi su değişimi öneririz..

Suyun Neden Olduğu Zehirlenmeler :

Genel Bilgi

Malawi ve Tanganyika tanklarında ısı ve pH yüksek olması gerektiğinden dikkat etmediğiniz taktirde aşağıdaki 3 zehirlenme şekli başınıza gelmesi yüksek bir olasılıktır. Bunlar silikon,amonyum ve nitrit-nitrat zehirlenmeleridir. Acemi iseniz ve tankınızın kuruluşu yeni ise balıklarda bir terslik görürseniz ilk olarak sudan dolayı meydana gelebilecek zehirlenmeler üzerine yoğunlaşın.

Silikon Zehirlenmesi

Sağlıklı olduğundan emin olarak bir balık aldınız. Balığı tanka koyduğunuzun ilk gününde en geç ikinci gününde yem yemeyi kesmişse, ve aniden cansızlaşmışsa, pulları ve yüzgeçleri erimeye başlıyorsa aklınıza gelecek ilk tehlike silikon zehirlenmesi olmalı. Silikonun iki çeşidi vardır. İlki normal, balıkları öldüren silikon. Diğeri DIY storelarda (Bauhaus, Bricolage, hatta Carrefour süpermarketinde bile bulabilirsiniz) da satılan akvaryum silikonu, zaten tüplerin üzerindeki balık resimlerinden de anlarsınız. Tankınızı imal eden kişi bundan haberdar olmayabilir, satın aldığında yanında gözlüğü olmadığından balık resimlerini görmemiş olabilir, veya ‘yanlışlıkla’ daha ucuz diye normal silikon almış olabilir. Neden her ne ise, kabak balıklarınızın başına patlayacak demektir. Bu belirtileri fark ettiğinizde balıkları tanktan çıkartın. Su sıcaklığı cichlidler ve tropik balıklar için 24 C’dan başlayacağı için ısı dolayısıyla silikondan sızan gazlar balıklarınızı yavaş yavaş öldürüyor demektir. Cansızlık ilk günden itibaren başlar fakat gazlara karşı aşırı bir tepki gelişmez. Ölüm yaklaştığında balığınızın pulları

soluk ve erimiş olur, yüzgeçleri ya yırtık gibidir, ya da erimiştir, ve zor nefes alarak yan yatmış bir şekilde oradan oraya sürüklenir. İzlenecek tek yol balıkları başka bir tanka koymak. İmkanınız varsa daha iyi ve güvenebileceğiniz marka bir tank alın, yoksa tankınızı tamir edin. Bir çakı veya bisturi yardımıyla kenarlardaki silikonları en ufak bir parça kalmayacak şekilde kazıyın. Eğer parça kalırsa hava kabarcığı yapar ve tankınız bittiğinde sızdırır, hatta tankınızı patlatabilir. Ardından tankı yıkayın ki silikon zerrecikleri gitsin. Kazdığınız yerlere aseton sürün böylece hem daha iyi temizlenecek yüzey hem de silikon daha iyi tutacak. Akvaryum silikonu kenarlara sıkın, başparmağınızla üzerine sadece bir kez bastırın, ikinci defa üzerinden geçmeye kalkarsanız silikon pütürlenir ve kabarcık oluşabilir içinde. Tankı en az 24 saat kuru olarak bekletin. Eğer tankınız 100 lt’den büyükse en az 2 gün bekletin. Sonra denemek amacıyla içine su doldurun ve en az bir gün bekletin. Boşluk bırakmışsanız su kenarlardan sızmaya başlayacaktır, sızarsa yapılacak tek şey tekrar kazıyıp silikonlamaktır

Amonyum Zehirlenmesi

Balığınız sürekli olarak su yüzeyinde yüzüp ağzını sonuna kadar açıp nefes almaya çalışıyorsa buna rağmen boğuluyormuş izlenimi veriyorsa üstüne üstlük tankın suyu da koyu sarı ise balık amonyumdan zehirleniyor demektir. Balık çoğunlukla yarı bilinçsiz ve halsiz olur, etrafınada neler olup bittiğinin farkında değilmiş gibi görünür. Suyun yüzeyinden sanki hava almaya çalışıyor gibi olduktan sonra dibe çöker yavaşça, ardından tekrar ani bir fırlayışla su yüzeyine çıkar. Tüm bu süreçte ağzını hep sonuna kadar açar ve solungaçları normalden çok fazla çalışır. Gözler normalden koyudur ve balığın bütün rengi olabilecek en koyu rengi alır.

Bu çok ciddi sonuçları olan bir zehirlenme şekli, balıklarınızın tümü ölebilir. Test kitiniz yoksa amonyum patlamasını en iyi şekilde sararımış sudan anlarsınız, su koyu sarı olduğunda ve bulanıklık başlamışsa balıklarınız zehirlenmeye başlıyor demektir. Biraz garip bir örnek olabilir, ama kafanızda daha iyi canlanması için idrar rengini düşünün, idrara rengini ve genel olarak kokusunu veren amonyumdur. İdrar kana bulaştığında zehirlenme meydana gelir, buna da en büyük etken amonyumdur. Akvaryumlarda da durum çok farklı değildir. Amonyum en çok yiyecek atıklarından ve pisliklerden açığa çıkar. Düzenli dip temizliği yapmazsanız pislikler birikir ve gazlar sızmaya başlar. Su idrar rengi ve kokusunu alır. Test kitiniz varsa aklınızda bulunsun, amonyum seviyesi 1 ppm değerini kesinlikle aşmamalı. Tabii ısı ve pH yükseldikçe amonyum değeri daha da az çıkmalı. Bu tip zehirlenme en çok amonyumu parçalayacak aerobic bakterilerin henüz oluşmadığı veya çok az sayıda olduğu yeni kurulmuş tanklarda görülür. Daha geniş bir açıklama ve burada bahsedilen zehirlenme türlerini nasıl önleyebileciğinzi öğrenmek için Yeni Tank Sendromu sayfasına bakın.

Balıklarınız amonyumdan zehirlendiyse bu tamamen sizin suçunuz sayılır. Zehirlenmeye davetiye çıkartan ve özellikle yeni başlayanların en çok tekrarladığı hatalar şunlardır:

Tanka gereğinden fazla yem atılması, balıklar doyunca dibe çöken yemler.

Çok az miktarda ve düzensiz su değişimleri.

Tankı daha ilk kurulduğunda ağzına kadar balıkla doldurmak.

Yetersiz kalan filtreleme veya havalandırma.

Amonyum zehirlenmesinin tedavisi yok, sadece durumu farkettiğinizde acil önlem alabilirsiniz. Seçebileceğiniz 3 yol var. İlk yol hemen balıkları temiz, tamamen yeni suyun bulunduğu bir tanka almak. Alabileceğiniz başka tankınız mevcut değilse ikinci yola başvuracaksınız demektir. Balıkların bulundukları tanka vakit geçirmeden su değişimi yapın. Değişim miktarı en az %70 olmalı. Yeni suyun ısıtılmış olması çok iyi olurdu, ama durumun aciliyetini göz önüne alarak, suyunuz sıcak değilse ısıtmayı beklemeyin, soğuk su kullanın. Suyu mutlaka dipten çekin, NH bileşikleri sudan ağır olduğundan dipte birikiyorlar, yüzeyden alırsanız amonyum sifonlanmış olmayacak, sadece suya dağılmış olacak. Amaç amonyumu en az seviyeye getirene kadar inceltmek. Balıklar kendilerini boğulur gibi hissettiğinden çok güçlü bir havalandırma koyun. Üçüncü yol amonyum, nitrit, ve nitrat seviyelerini ‘anında’ düşürdüğünü iddia eden ilaçlar kullanmak. Sakın bunun için Tetra Aquasafe kullanmaya kalkmayın, sivrizekanız burada pek işe yaramaz. Aquasafe sadece su değişimlerinde kullanılan suyun klor, ağır metal, ve amonyumunu yok ettiğini iddia ediyor, tankın içinde birikmiş olan amonyumda kesinlikle kullanılmamasını tavsiye ediyor. Bu yollar içinde en az güvenebileceğiniz yöntem kimyasal yöntemdir. İlaçlar seviyeleri kısa süre için düşürürler, ama tekrar yükselmesine de genelde engel olamazlar. O nedenle ilaçları sadece geçici olarak kullanın, yani, ilaçtan hemen sonra büyük bir su değişimi uygulayın. Bu tip bir zehirlenmede işinizi şansa bırakmayın ve en güvenilir olan ilk iki yolu tercih edin. Amonyum seviyelerini düşürdükten sonra beklemekten başka yapabileceğiniz birşey kalmıyor. Kurtulan kurtulacaktır, ama çoğunluk büyük bir ihtimalle ölecektir.

Nitrit-Nitrat Zehirlenmesi

Yine tank kurulduğunun ilk haftalarında meydana gelebilecek bir zehirlenme türü. Sağlıklı olarak aldığınızdan emin olduğunuz balıklarınız birden cansızlaştığında, yem yemeyi kestiğinde sorun büyük bir ihtimalle nitrit zehirlenmesidir. Tankınız oturmuşsa ve aynı belirtileri görürseniz o zaman zehirlenme nitrat zehirlenmesi şeklinde olur, çünkü zincir oluşmuştur fakat en son ürün olan nitrat temizlenmemektedir. Sebebler genellikle fazla balık, fazla yem, az su değişimi, az filtreleme veya havalandırmadır. Amonyum zehirlenmesinden farklı olarak bu iki zehirlenme türünde balıkları kurtarma ihitmaliniz çok daha yüksek, tabii önlem alamazsanız öleceklerdir. Belirtiler genellikle halsizlik; yeme ilgisizlik: hiç yememesi veya yediğini tükürmesi; stres belirtileri: yüzgeç erimesi, pul erimesi, rengin normalden koyu olması, veya normalden açık olması, gözlerin kararması; bir köşede durma veya saklanma çabalarıdır. Tankın suyu genellikle açık veya çok açık sarı rengindedir. Bu zehirlenme şekli özellikle yüksek pH isteyen balıkların başına gelebilir, çünkü her türlü amonyum, nitrit, veya nitrat yükselmesine karşı çok hassaslar. Yukarıda bahsedilen belirtileri farkederseniz, sularınız da sarımsı renkte ise vakit kaybetmeden %40 ile %50 arası su değiştirin. Ardından da 2 hafta boyunca 2-3 günde bir %20 su değiştirin. Suları dipten çekmeye özen gösterin. Bunun dışında bir ilaç kullanmayın. Amaç balığı mümkün olduğunca daha fazla strese sokmadan zehirlenmeyi atlatmasını sağlamak. Balığığınızı güçlendirmek için bir conditioner kullanmanız iyi olur. Genellikle balığınız çok hassas bir tür değilse ilk su değişimini takip eden ilk günlerde düzelir. Ancak düzelme belirtiler görseniz bile 2 hafta boyunca yukarıda belirtildiği şekilde değişim yaparak tam sağlına kavuşmasını sağlayın.

Yüzgeç Erimesi

Yüzgeçlerde, özellikle kuyrukta erime varsa, eriyen yüzgecin ucunda pamuğumsu veya koyu renk bir şerit varsa buna yüzgeç erimesi (İngilizce adı fin rot) denir. Yüzgeç erimesi özellikle stresten olur ve önemli bir sebebin sonucu olarak gelişir. Yapılacak ilk iş balığı tedavi etmeden önce yüzgeçlerinin erimesine sebep olacak kadar onu strese sokan sebebi bulmaktır. Sebepler arasında nitrit-nitrat zehirlenmesi, saldırgan bir balık, ciddi bir şekilde hastalanması, veya uzun bir yolculuğa çıkması sayılabilir. Bunları kontrol edin.

Balıkların vücudunu kaplayan koruyucu tabakaları vardır. Onları elinizde tuttuysanız vücutlarının kaygan olduğunu, ve balığı salsanız bile kayganlığın bir süre parmaklarınızdan gitmediğini fark etmişsinizdir. Bu koruyucu tabaka suda doğal olarak var olan birçok mantar veya bakteriyi uzak tutar. Balık strese girdiğinde tabakanın salgılanması sekteye uğrar veya tamamen engellenir. Zaten özellikle bu nedenden dolayı balığınızı stresten uzak tutun denir çok yerde. Balığın doğal kalkanı zayıfladığında veya yok olduğunda hastalıklara karşı savunmasız hale geliyor. En çabuk kaptığı enfeksiyon da yüzgeçlerde gösterir kendini.

Yüzgeç erimesini saldırgan bir balığın yüzgeçleri parçalaması ile karıştırmayın lütfen. Bu tip saldırılar sonrası için yapılacak tedavi için Yaralanmalar kısmına bakabilirsiniz. Yukarıda yüzgeç erimesine sebep olabilecekler arasında saldırgan bir balığı kastemin nedeni ‘saldırı hareketlerinin diğer balık üzerinde yarattığı stresten dolayı oluşan erimedir’. Sürekli kaçmak zorunda kalmaktan veya saklanmaktan dolayı balık strese girer,bir köşeye sıkışıp kalır ve yem yiyemeyecek cesareti bile bulamaz kendinde. Genelde bu belirtileri erime takip eder. Oysa yüzgeçler ısırıldığında uçları parçalanmış gibi durur, ama parçalanmış kısımların ucunda pamuğumsu oluşumlar veya koyu kırmızı renkte bir şerit yoktur. Erime görürseniz öncelikle fungal mı yoksa bakteriyel bir enfeksiyon mu ona karar verin. İkisinin tedavisi birbirinden farklı olacaktır. Fungal enfeksiyonlar genelde saldırı sonrası stresi veya vücutta meydana gelen bir yaralanma sonrası meydana gelirler ve bulaşıcı değillerdir, yani tüm tankı bu durumda ilaçlamanıza gerek yoktur. Enfeksiyon oluşturabilecek mantarlar arasında saprolegnia, achyla, aphanomyces, branchiomyces, ıchtyophonus ve pythium gibi mantarlar vardır. Fungal enfeksiyonlarının görünüşleri beyaz veya kirli sarı bir pamuğa benzer. Zaten Columnaris dışında vücutta oluşan tüm pamuğumsu oluşumlar bir fungal enfeksiyondur. Tedavisi bakteriyel enfeksiyonlarla karşılaştırıldığında nispeten kolaydır. Balık elle tutulacak kadar büyükse onu elinize alın ve etkilenen bölgelerin üzerine bir pamuk yardımıyla nazikçe metilen mavisi sürün. Piayasada metilen mavisi bir Türk malı olan Contra- Ichthyo ismi altında satılıyor. Mercurochrome da kullanabilirsiniz. Mercurochrome’u sadece haricen kullanın, suya damlatmaya kalkmayın. Suya damlatarak yapılan tedavi ileride deneyimli olduktan sonra uygulayabilirsiniz çünkü çok dikkat gerektiriyor. Mercurochrome’u bir pamuğa damlatın, balığı elinize alın veya ıslak bir bez üzerine koyduktan sonra aynı metieln mavisi gibi yavaşça etkilenen bölgelere sürün ardından temiz su dolu tedavi tankına bırakın. Yüzgeçler çok fazla erimişse veya balık elle tutulamayacak kadar küçükse tedavi tankına alın,çünkü metilen mavisini suya damlatacaksınız bu durumda. Her 10 litre suya 2 damla metilen mavisi damlatın ve balığı 24 saat boyunca bu ilaç banyosunda tutun. Tankı iyi havalandırmayı unutmayın.

İkinci gün %50 su değişimi yapın. Erime durduysa ve pamuklar yok olduysa, ki büyük bir ihtimalle öyledir, metilen mavisini kesin. Pamuklar hala varsa tekrar metilen mavisi damlatın, ama bu sefer 10 litreye 1 damla ve gene 24 saat bekleyin. Tekrar %50 su değişimi yapın. Bu süre sonunda fungal enfeksiyon tamamen yok olacaktır. Tüm bunları uygularken balığınızı yemlemeyi unutmayın. Tedavi bitse bile balığı bir süre tedavi tankında tutun, kendine gelsin orada.Yüzgeçlerin ucunda siyah veya koyu kırmızı, kiremit rengi bir şerit varsa ve yüzgeç çok hızlı eriyorsa enfeksiyonun bakteriyel olduğuna şüphe yoktur. Bakteriyel enfeksiyonlar genelde kötü su koşullarında veya ülke içi, veya uluslararası nakliyat sırasında ortaya çıkarlar. Tanka yeni koyduğunuz bir balık da sizin suyunuza alışmakta zorlanabilir ve bakteriyel enfeksiyon kapabilir. Bu nedenle tedavi ile birlikte su kalitesini de acilen yükseltin. Yüzgeçler tahmin edebileceğinizden daha hızlı erir, öyle ki 24 saat sonra yüzgeç tamamen yok oluyor. Yüzgeç erimesi ile beraber deride yaralar (lezyonlar) oluşuyorsa ve bu yaraların çevresi koyu kırmızı ise bu enfeksiyon Furunculosis’tir. Yaralar aslında derinin o noktada çürüdüğünü gösterir. Buna yol açan çeşitli bakterilerdir, ama ortak noktaları deride nekrotik lezyonlar (furuncul) açmak olduğundan hastalık bu adını alıyor. Goldfishlerde, koilerde, veya japon gibi soğuk su balıklarında bakteriyel yüzgeç erimesi oluştuğunda buna genelde Salmonidae familyasından Aeromonas salmonicidia neden olur. Yüzgeçlerden kısa sürede vücuda atlar ve kırmızı-kiremit rengi ülserler oluşturur. Aynı bakteri sıcak suda tropik balıkların üzerinde de etkili olur, ama onlarda daha çok furuncul oluşturur.

Bakteriyel enfeksiyonlu bir yüzgeci kendi halinde bırakmayın. Bu tip enfeksiyonlar, özellikle Furunculosis, bulaşıcıdır. Tankta yüksek oranda ölümlere sebep olurlar. Enfeksiyon kapmış balığı tedavi tankına koyun ve antibiyotik haricinde hiçbir ilaç koymayın, metilen mavisi veya malachite yeşili gibi ilaçların hiçbir etkisi olmaz. Aynı şekilde doğal tedavi olarak kullanabileceğiniz tuzun da bir faydası olmaz. Özellikle Nitrofurozan içeren gram negatif ve gram pozitif bakterilere karşı etkili olduğunu iddia eden antibiyotikleri alın. Kullanımdan önce su değişimini unutmayın ve filtrenin süngerini çıkartın. İlk günden sonra iyileşme belirtileri görseniz bile antibiyotiğe en az 3 gün devam edin. Tedaviyi yarıda keserseniz tekrar başa dönme olasılığınız yüksek. Üç günün sonunda şerit tamamen yok olmamışsa antibiyotiğe 2 gün daha devam edin. İlacın etkili olup olmadığını nasıl anlarsınız? Gözlemlerime göre yüzgeçler parça parça olmaya başlar ve uçlarından ince beyaz şeritler sarkar. Bu şeritler ölen bakterilerin olduğu deri parçalarıdır, tankta sağlayacağınız çok güçlü bir havalandırma onların daha çabuk kopmasını sağlayacaktır. Üç günün sonunda şeritler artık sarkmıyorsa ve yüzgeçlerin ucu temizse antibiyotiği o zaman kesin, şeritler sarkıyorsa hala iki gün daha devam edin. Bakteriler genelde gözle görebildiğinizden daha derine yerleşmiş olduklarından yüzgecin büyük çoğunluğu şerit şerit kopacaktır. Tedavi bittikten sonra %50 su değiştirin ve balığı tanktan çıkarmayın. Tekrar yüzgeçlerinin çıkmasını bekleyin. Onu o halde ana tanka atarsanız manevra kabiliyeti olmayan hantal bir balık olacağından ne diğerlerinin ona yapacağı ‘hoş geldin’ kovalamacasın dan kaçabilir ne de yem için mücadeleye girişebilir.

19 Haziran 2016 Pazar

Eski ve Yeni Yapılar

Yapmış olduğum gözlemler neticesinde eski ve yeni yapılar hakkında ufak da olsa fikir sahibi olmaya çalışıyorum.

İncelediğim, imalatında  bulunduğum, yanından geçerken gördüğüm yeni yapılarda bana göre en büyük sorun statik. Mühendislerimiz çok büyük hesaplamalar yapıyorlar, en ufak yapılar için bile sayfalarca hesaplamalar, çizimler yapılıyor sadece statik üzerine ama bence olması gereken bu değil. 


Gerçi bu kısımda bilgisayarların hakkını vermeden de olmaz tabi. Hesap yükünün tamamını bilgisayarlar yükleniyor neredeyse.

Yapılan hesaplamalar için söylediğim pek fazla bir şey yok, hesapların doğruluğu her zaman tartışılabilir, teorilerde eksikler olabilir, hatalar olabilir, bilgisayar programlarında hatalar olabilir, yönetmelikler hakeza aynı, sürekli güncelleniyorlar, gece gün durmadan proje üreten bilgisayar teknikerleri (inşaat mühendisleri demiyorum, teknikerlik yapanlardan bahsediyorum)... Hata payları uzayıp gidebilir ama benim bahsetmiş olduğum statik sorun bunlardan hiç biri değil.


Burada söylemek istediğim bir eski yapı göz önüne alalım, her hangi bir yapı. Bu yapılarda mümkün olduğunca çekme kuvvetlerini basınç kuvvetlerine dönüştürmeye dikkat edilmiş. Çekme kuvvetlerinden hep kaçınılmaya çalışılmış. 

Ama yeni yapılan yapılarda mümkün olduğunca çekme kuvveti kullanılıyor. Şunu söylemek mümkün, eski zamanlarda çekmeye dayanıklı malzemeler üretmek bu günü şartlara göre kıyaslanamaz, malzeme yoktu ki kullansalardı. Haklı olabilirsiniz ama maalesef elimizdeki malzemelerin özelliklerinin de bilmiyoruz. Mimarlarla görüştüğüm zaman sorduğum sorulardandır, kullandığınız malzemenin bu bölgedeki etkileri hakkında bilginiz var mı diye? Henüz evet cevabı alamadım. İllaki bilenler vardır ama bana denk gelmedi sanırım. 

Yapılarda olabildiğince çekme kuvveti hesabı yaparak devam ediyoruz ama yaptığımız betonarme yapılarda kullandığımız ana malzeme betonun sadece basınca çalıştığını unutuyoruz. Çelik de ana malzememiz, çekme dayanımı var ama nereye kadar var. Sayın mühendis arkadaşların kirişlere yerleştirdikleri üst üste olan donatıların çekme dayanımı mı?

Mantığa uzak gelen uygulamalar. Teorik olarak savunacak kişilere sözüm yok tabi.

Şahsi kanaatim yapılardaki çekme kuvvetlerini azaltmamız gerekiyor ve malzeme bilgimizi artırmamız gerekiyor.

Statik sorunlar sadece bunlar bu değil tabi ki. 

Bundan daha önemli olanı, mimarların ve mühendislerin ayrı dünyalardan olaylara bakmalarından kaynaklanıyor. Hiç bir şey yapamamışız mimari ile statiği birbirinden ayırmışız. Neymiş efendim, mimarın işi ayrı, mühendisin işi ayrı... Ama ikisinin amacıda aynı değil mi? Birlikte bir şey yapmaları gerekiyor ama ikisi de birbirinden haz etmiyor. Gizli bir savaş içerisindeler. Yapıyı beraber tasarlamaları gerekiyor ama nerede... 

İnsanlarda işini teslim etme merakı var doğru teslim edilmiş edilmemiş önemli değil. Ortada bir şey olsun da ne olursa olsun. Aynı yapı için bir sürü proje hiç biri diğerine uymaz bir durumdayız. Bunun da bir sorun olmasıyla beraber asıl söylemek istediğim daha farklı bir şey.


Mimar Sinan'ın kemerini görüyoruz.Hem statik hem mimari iç içe, uyum içerisinde. Estetik var ama estetik yapmak için fazladan yük yüklenmemiş yapıya. Yapının statiği ve estetiği uyum içerisinde.

Bizim yapılarımızda ise mimari ve statik ayrı dünyalar olduğundan dolayı birlikte tasarlanmazlar. Önce mimarımız bir tasarım yapar, mühendisimiz de bu tarımı taşıyacak (tabiri yerindeyse) eşek belirler. Yapıyı taşıyacak asıl unsur hep arka planda bırakılarak, üzerine güze göstermeye çalışılan ağırlıklar giydirilir. Ne kadar doğru? 

Kısaca söylemek istediğim;

1- Çekme kuvvetleri minimum olmalı,
2- Proje tasarlanırken dünyaları birleştirmemiz gerekli (mühendis&mimar)
3- Yapının statiği eşek değildir, eğer estetik değer katılacaksa yapıya statiği ön planda tutarak da yapılabilir.

Statik malzemelerin üzerini kaplamak için kullanılan malzemelerin maliyetlerini ve kesitlerini statik malzemelerin kendileri için kullansan (kesitleri artırsak) yapılarımız asırlık olur. 20 yıl proje ömrü demeyiz, Yönetmeliğin minimum değeri demeyiz. Önceki yönetmeliğin minimum değerini sağlıyordu demeyiz.

Ayrıca üniversiteden mezun olduğumuzda hemen mühendis olamamamız gerekli, meslek içi eğitim şart. Mühendislikleri ya iyice bölümlere ayırmalılar ya da 4 yılda mühendis olunmamalı. 4 yılda bırakın iş hayatını, bırakın hesaplama yapmayı mesleğe ait terimleri bile öğrenmek neredeyse imkansız. 




13 Haziran 2016 Pazartesi

Bu Çeşmeden Müslümanların Su İçmesi Haramdır

Vaktiyle uyanık bir müslüman, caminin önüne bir çeşme yaptırır. Çeşmenin üzerine de kocaman bir levha şeklinde; 'Bu çeşmeden müslümanların su içmesi haramdır' ibaresini yazdırıp astırır.
Bu tuhaf olay önce kadıya sonra da padişaha kadar ulaşır. Adamı çağırırlar:
"Sen caminin önüne çeşme yaptırmışşın. Bir de üzerine şöyle şöyle bir yazı yazdırmışşın. Seni bozguncu herif!" diye de adamcağıza çıkışırlar.
Adam padişahın huzurunda:
"Durun hele efendim, arz edeyim..." der, "bir de beni dinleyin. Ben bunu bir meseleyi anlatmak için yaptım. Bakın bugün cumartesidir, gidin havradan bir yahudi hahamını alıp getirin."
Padişahın emriyle giderler, hahamı alıp getirirler. Bütün Yahudi cemaati, hahamın arkasından gelir:
"Bu bizim din adamımızdır. Bize nasihat ediyor, vaaz veriyordu. Kanuna aykırı bir şey söylemedi ki, alıp buraya getirdiniz" derler.
Çeşme yapan adam: "Bırakın gitsin" der. Bırakırlar Hahamı!
Sonra adam:
"Ertesi gün Pazar. Gidin kiliseden birde papazı alıp getirin" der, giderler papazı da getirirler. Ayni şekilde bütün hıristiyan cemaati papazla birlikte gelirler ve:
"Bu bizim din adamımızdır. Bize vaaz ediyordu. Kanuna muhalif bir şey söylemedi, bırakın" derler.
Çeşme yaptıran adam: "Bırakın gitsin" der. Ve sonra yine:
"Bu gün de şehrin en büyük camisi olan şu çeşme yaptırdığım caminin hocasını vaaz ederken kürsüden indirip getirin" der.
Giderler, hocayı kürsüden indirip getirirler. Bir de bakarlar ki, hoca iki polisin ortasında tek başına tıpış tıpış geliyor. Camide ise cemaat bir birbirlerine homurdanıyorlar... Gördün mü?.. İşte böyle yaparlar!.. Senin ne işin var siyasette?.. Sen hoca adamsın!.. Kıyamet hocalardan kopacak!.. Ağzını tutsaydın!.. derlerken çeşmeyi yaptıran adamcağız:
"Gördünüz mü? İşte ben bunu anlatmak istedim. Müslümanların bu halleriyle çeşmeden su içmeleri reva mıdır?"


3 Haziran 2016 Cuma

BATI VE İKİYÜZLÜLÜK

Bu günlerde öyle garip olaylar geçekleşiyor ki... Çocukların evcilik oynaması gibi... Hiç bir şey olmayacak ama biz dedik, biz yaptık demek için bunca zamanımız heba oluyor.

Son bir kaç gündür internet de dolaşan onlarca resim... Herkes de bir çığlık "Asıl soy kırım yapan Almanya"... Madem böyle bir iddianız vardı neden sustunuz şimdiye kadar. Yoksa bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı içinde mi hayatınızı ikame ettiriyorsunuz.

Burada Almanya'nın yaptığına doğru demiyorum ama bizim yaptığımız doğru mu?

Başkalarının yapacaklarına biz ne kadar müdahale edersek edelim elbette gün gelecek kendi bildiklerini okuyacaklardır. Ama bizim yaptıklarımızdan biz sorumluyuz.

Geçenlerde de öyle olmadı, "Dünya İnsani Zirvesi"...

Ne oldu zirveden sonra?

Hangi mazlum huzur buldu?

Bakın biz bir şeyler yapıyoruz siz az daha ölün denilmedi mi yine?


2014' de en çok silah satan ülkeler;

1. ABD
2. Rusya
3. Fransa
4. Birleşik Krallık
5. Almanya
6. İtalya
7. İsrail
8. Çin
9. İspanya
10. Kanada

Bu silahlar kimlere satıldı? Ne zamandır teröristler silah üretmeye başladı da biz duymadık? Türkiye Cumhuriyeti neredeyse 100 yıl sonra bir silah üretebildi de çok büyük başarı olduğunu bir 100 yıl daha anlatmayı planlıyor. 

Siz masaya Amerika'yı çağıracaksınız, Fransa'yı, Almanya'yı çağıracaksınız, sonra dünya beşten büyük diyeceksiniz adına da "İnsani Zirve" diyeceksiniz. 

Peki ya sonuç?

Birilerinin unuttuğu bir şey var, hatırlatmak gerekiyor demek ki: Siz 14 senedir bir şeyler yapıyorsunuz doğrudur ama biz de 14 senedir bir umutla sabrediyoruz.

Hâlâ Amerika dostumu, Almanya dostumuz safsataları...


28 Nisan 2016 Perşembe

Laiklik yeni anayasada olmamalı...




Kahraman, İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği AY-BİR'in düzenlediği "Yeni Türkiye Konferansları"nın altıncısında, "Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa" konulu konferans verdi. İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası Doktora Salonu'nda gerçekleştirilen konferansa, İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak, Ay-Bir Konsey Başkanı Yusuf Balcı ve akademisyenler katıldı.

"LAİKLİK YENİ ANAYASADA OLMAMALIDIR"
1982 Anayasası'nın herhangi bir yerinde Allah lafzının geçmediğini belirten Kahraman, şöyle devam etti:

"Ama Anayasa inanca göre tasnif edildiğinde, bu 82 Anayasası da, 61 Anayasası da dindar anayasalardır. Neden? Resmi tatiller, Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı'dır. Din dersleri mecburidir ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani seküler değildir, dindar anayasadır. Laiklik tarifi de ona göre olmalıdır. Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır. Dünyada üç anayasada laiklik var. Fransa, İrlanda, bir de Türkiye'de var. Tarifi de yok. İsteyen, istediği gibi bunu yorumluyor. Böyle bir şey olmamalıdır. Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım. Dini olarak bahsetmesi lazım."

Meclis Başkanı Kahraman, laikliğin yeni anayasada olmaması gerektiğine vurgu yaptı.

Bazı ülkelerdeki anayasalarda dini ibarelerin bulunduğunu söyleyen ve örnekler gösteren Kahraman, "Peki niye biz Müslüman bir ülke olarak, dinden kendimizi arındırma, geri çekme durumunda olacağız? Niye? İslam İşbirliği Örgütü'ne kayıtlıyız, üyesiyiz, kurucusuyuz. İslam Kalkınma Bankası'nda varız. Bir İslam ülkesiyiz. Nedir yani? Neden? Ladinilik olmamalı yeni anayasada ve dindar bir anayasa olmalı" dedi.

"YENİ ANAYASA ÖNCE İNSAN DEMELİDİR"
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, devlet ve millet kaynaşması gerektiğini vurgulayarak, "Önce insan. Yeni Anayasa önce insan demelidir. Devlet insanın hizmetinde, vatandaşının hizmetindeki bir örgüt olmalıdır. Bizde tersine, devleti koruyan, ferdi ise hizmet ettiren noktada olan anayasalar olmuştur" dedi.

Anayasa kitapçığını gösteren Kahraman, "Bu Anayasa değişmeli. Bir başlangıç kısmı var; üzüyor beni. 34 tane 've', 22 tane 'virgül', 7 tane 'noktalı virgül', 7 'paragraf' ve 1 'nokta'. 2 sayfa süren bir başlangıç kısmı. Dünya anayasalarında böyle bir başlangıç yok. Lisanı da güzel değil. Birinci kısmında hürriyeti verir. Maddenin hemen ikinci kısmında 'ancak, şu kadar ki, fakat' diyerek hürriyeti geri alır. Niye? Çünkü bir darbe anayasasıdır. 61 de böyledir. 82 de böyledir" şeklinde konuştu.

"İKİ BAŞLILIK OLDUĞU ANDA İSTİKRAR OLMAZ"
Kahraman, "Başkanlık Sistemi" ile ilgili tartışmalara da değinerek, şunları söyledi:
"Anayasa Komisyonu çalışmalarında Halk Parti'li bir arkadaşım, çok değerli bir insan, 'Siz Parlamento Dergisi'nde Başkanlık Sistemi'nden yana olduğunuzu ifade ettiniz. Halbuki siz tarafsızsınız' dedi. Elbette tarafsızım. Nerede tarafsızım? İdare ederken elimde bir terazi. Kimsenin hakkını kimseye vermez. Fikrim var ve bir inancım var. Ben bu sistemi onun için beğeniyorum. Gereken incelemeleri yaptık. Birlik Vakfı'nın Anayasa metnini hazırlarken, 177 maddeyi 85'e indirdik ve 62 anayasayı inceledik. Ben evvela 'yarı başkanlık' diye düşünüyordum. Sonra baktık ki 'başkanlık sistemi' lazım. İki başlılık olduğu anda istikrar olmaz. 2 şoförlü bir araba kazasız gidemez, mutlaka kaza yapar. Dolayısıyla, Başkanlık Sistemi iskeletli bir anayasa metni hazırladık. Suallerden birinin başkanlık olacağını düşündüğüm için söylüyorum. Sistemin iyiliği nerede? 'Hakimiyet tecezzi etmez' diye bir kaide vardır. Tek kişinin yönetiminde bir idare. 2 tane adam, birisi cumhurbaşkanı, birisi başbakan, farklı yerlerden, fikirlerde, partilerden ise; hatırlayınız bir anayasa fırlatmasının Türkiye'ye kaça mal olduğunu, hatırlayınız... Sıkıntıya gireriz. Gelişmemiz durur. Zaten gelişmemizi istemeyen dış dünya bu propagandayı yapmaktadır. 'Başkanlık diktatörlük.' Ne münasebet! Şimdi Obama diktatör mü?

5 Nisan 2016 Salı

İstanbul'u Suya Kavuşturan Sinan Susuz Evde Vefat Ediyor...



İstanbul devamlı bir su problemi içerisindedir. Bu problemin çaresi asırlar önce Kanuni zamanında, Mimar Sinan'ın günlerinde konuşulmuş ve en büyük çare Sinan'la bulunmuştur. İstanbul'un o günkü nüfusu çoğalınca Kanuni Sultan Süleyman, Sinan'ı çağırır, der ki: 

"Mimarbaşı, halkımız su ihtiyacı içinde. Bir at yükü suya çok miktar akçe ödüyorlar. Acaba halkımızın bu su ihtiyacını karşılamak için bir şeyler düşünmez misiniz?"

Mimarbaşı der ki:

"Sultanım siz müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini bir dolaşayım, dışarıda mevcut sulan İstanbul'a getirmenin mümkün olup olmadığını bir inceleyeyim ve ondan sonra size bir cevap veririm."

Ve Sinan Ağa atına biner, yanına yardımcılarını da alır, Çekmece'den başlayarak kıyıları dolaşır, Beşiktaş'a kadar İstanbul'un kıyılarında, dereleri, akan suları tespit eder. Bu suların önü örüldüğü, baraj yapıldığı takdirde nereye kadar yükselir, nereden nereye kemer yapılarak İstanbul'a getirilebilir, bunun günlerce hesabını yapar ve Kanuni'nin huzuruna çıkar. Sultan sorar:

"Mimarbaşı, İstanbul'a su getirmek mümkün müdür?" Mimar başının cevabı:

"Sultanım, mümkündür. Ancak çok ağır bir şartı var."

"Nedir o mimarbaşı?"

"Sultanım, altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla ancak İstanbul'a su gelebilir."

Kanuni'nin cevabı şu olur:

"Mimarbaşı sen İstanbul'a su getirmenin mümkün olup olmadığını söyle. Eğer mümkünse ben keseleri uç uca değil, yan yana dizmeye razıyım."

Bunun üzerine Mimar Sinan kolları sıvar ve İstanbul'un dışındaki suları Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak İstanbul'a getirir ve şehrin belli meydanlarında umumi çeşmeler yaparak suyu akıtır. Bu çeşmelerin tamamı da kırkı bulur. Ve Kırk Çeşme suları akmaya başlar.

O güne gelinceye kadar, musluk gibi bir adet olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir. O gün çok pahalıya mal olan suyu artık bostanlara, yollara akıtmak istemiyorlar ve ilk defa İstanbul'da lüle dedikleri musluğu çeşmelere koyuyorlar.

Su böylesine pahalıya geldiği ve kıymet kazanmaya başladığı için Kanuni bir ferman çıkarır, der ki: 

"İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır."

Bu umumi kaidenin bir istisnasını da koyar Kanuni. O da özel olarak Sinan'a iletilir. Denir ki: "Sen İstanbul'a böylesine güzel bir çalışma sonunda Kırk Çeşme sularını getirdin. Sen evine özel olarak bir lüle su alabilirsin."

Ve Süleymaniye civarındaki meydan çeşmesinden Sinan'ın evine özel olarak yol yapılır ve su akıtılır. Böylece Mimar Sinan evinde özel suyu olan tek kişi olur.

Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini, Süleymaniye Camiini ve Edirne'deki Selimiye Camiini yaptıktan sonra yaşlanır. Devir hep öyle geçmemiştir. İtibarının yüksekte olduğu devirde, kendisinin kıymetini takdir edenler bir bir bu dünyadan göçmüşlerdir. Kanuni vefat etmiştir, yerine başka padişahlar geçmiştir. Ve Sinan 99 yaşına gelmiştir. Çevresindeki dostları göçtüğü için de kendisi İstanbul'da adeta yapayalnız kalmıştır. Ve yeni bir nesil yetişmiştir.

Bir gün Sinan'ın kapısına birisi gelip dayanır. Kapıyı çalar. Sinan bastonuna dayanarak kapıyı açar, 

"Buyurun" der.

Gelen meçhul ihsan, "Ben Topkapı Sarayı postacısıyım. Sizi divana çağırıyorlar. Herhalde bir soruşturmaya tabi tutulacaksınız" der.

Sinan Ağa, bu ihtiyar halinde, dostlarının tümünün göçüp gittiği, kendisini eserleri inşaat halindeyken görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, "Acaba Topkapı Sarayı'na niye çağrılıyorum?" diye bastonuna dayana dayana gider.

Saraya girer, orada bir soruşturma heyeti kurulmuştur: Kadılar, ulemalar, müftüler, o günün vükelası. Sinan'a şöyle derler: 

"Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasak olduğu, hiç kimse evine özel olarak su almasın' diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su varmış."

"Evet," der, "Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul'a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma su müsaade etmişti de almıştım."

"O zaman şu müsaadenizi, fermanı görelim de ses çıkarmayalım. Kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin."

Sinan'ın cevabı şu: 

"Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor."

Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur: 

"Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın." 

Oradan başkaları cevap verir: 

"Bu Âl-i Osman'a hizmet eden sadece Sinan mı? Sinan gibi daha nice hizmet edenler vardır. Ya onların da evine özel su verilsin, ya da Sinan'a da bu ayrıcalık tanınmasın."

Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: 

"Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, Sinan'a verilen su kesilmeli, fakat şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır."

Ve bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değil. Çünkü Sinan hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil. Ve Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul'a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır:

"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz."

Kaynak: http://www.davetci.com/ilginc_mimarsinan.htm

15 Mart 2016 Salı

Bak dostum!

Cahil ile dost olma: İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez; üzülürsün.
Saygısızla dost olma: Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez; üzülürsün.
Açgözlü ile dost olma: İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez; üzülürsün,
Görgüsüzle dost olma: Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez; üzülürsün.
Kibirliyle dost olma: Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez; üzülürsün.
Ukalayla dost olma: Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün.

Namertle dost olma: Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez; üzülürsün.


21 Şubat 2016 Pazar

Yahudiler ne de Hristiyanlar asla senden razı olacak değil(ler) dir.

(Habibim!) Sen onların dinine tamamen uyuncaya kadar, ne Yahudiler ne de Hristiyanlar asla senden razı olacak değil(ler) dir. De ki: “Allâh’ın hidayeti (ve dosdoğru yolu olan İslâm var ya) (iki cihan saadetine ulaştıracak istikameti gösteren) hidayet ancak odur (sizin davet ettiğiniz sapık yolların ise hidayetle hiçbir alâkası yoktur) (İslâm’ın doğruluğuna dair) sana gelmiş olan (bunca) ilimden sonra yine de onların (eğri büğrü görüşlerine ve) kötü arzularına uyacak olursan, elbette Allah’tan (başına gelecek belâlara karşı) senin için ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı!

Bakara Sûresi 120


Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...