Acaba medeniyet ve medeni insan deyince ne anlıyoruz, ne düşünüyoruz. Kendi fikirlerimi değil internette bulduklarımı aktarayım.
Medeniyet (Uygarlık) nedir?
Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Uygar kelimesi, yerleşik hayata ilk geçen Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir
Medeniyet ve uygarlık kavramları çoğunlukla aynı anlamda kullanılmakla birlikte, uygarlığın daha geniş bir anlam taşıdığını ifade etmek mümkündür.
Medeniyetin, belirli bir insan topluluğu veya topluluklarının belirli bir coğrafya üzerinde ve belirli bir zaman içinde ortaya koydukları değerlerle sınırlı olmasına karşı; uygarlık kavramının, binlerce yıl devam eden gelişmeler sonunda, insan aklının, bilim ve teknolojisinin katkısı ile ortaya çıkan ve tüm insanlığın eseri ve malı olan evrenselliği sözkonusudur.
Uygarlığın doğuşuna ve yükselişine Çin'den Uygur ve Orta Asya Türklerine; Hindistan'dan ve Mezopotamya medeniyetinden eski Mısır medeniyetine; Ege kıyılarındaki antik çağ sitelerinden Roma'ya; Batı Avrupa'da aydınlanma çağını yaratan, sanayi inkılabını gerçekleştiren milletlere ve nihayet Amerika ve Uzak Doğu'daki Japonlar'a kadar, tarih boyunca sayılamayacak kadar çok ülkenin ve ulusun katkısı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Kaynak: http://medeniyet.nedir.com/#ixzz2GCnWMWsE
Medeniyet Nedir
Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun veya diğer zeki canlı türlerinin, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Uygar kelimesi, yerleşik hayata ilk geçen Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir.
Medeniyet ve uygarlık kavramları çoğunlukla aynı anlamda kullanılmakla birlikte, uygarlığın daha geniş bir Anlam taşıdığını ifade etmek mümkündür.
Medeniyetin, belirli bir insan topluluğu veya topluluklarının belirli bir coğrafya üzerinde ve belirli bir zaman içinde ort Aya koydukları değerlerle sınırlı olmasına karşı; uygarlık kavramının, binlerce yıl devam eden gelişmeler sonunda, insan aklının, bilim ve teknolojisinin katkısı ile ort aya çıkan ve tüm insanlığın eseri ve malı olan evrenselliği sözkonusudur. Uygarlığın doğuşuna ve yükselişine Çin'den Uygur ve Orta asya Türklerine; Hindistan'dan ve Mezopotamya medeniyetinden eski Mısır medeniyetine; Ege kıyılarındaki antik çağ sitelerinden Roma'ya; Batı Avrupa'da aydınlatma çağını yaratan, sanayi inkılabını gerçekleştiren milletlere ve nihayet Amerika ve Uzak Doğu'daki Japonlar'a kadar, tarih boyunca sayılamayacak kadar çok ülkenin ve ulusun katkısı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir
Batı ve Medeniyet,
Garblılar böyle midir imanları, ahlakları şüphesiz böyle değildir. Hele İkinci Cihan Harbinden sonra, sayıları artan sapık fikirli, adi ruhlu insanlar başkalarını da bozmaktadırlar. Fakat yukarıda yazdığımız gibi olmaya ve sapık fikirlileri terbiye etmeye çalışmaktadırlar. Zahiri temizliklerine gelince, İslam dininin emrettiği temizliği tatbik ediyorlar. Ba'zı sokaklarda tek çöp parçası yoktur. Parklar bir çiçek deryası halindedir. Her taraf, her dükkan, herkes ve görünüşleri tertemizdir.
Şimdi Kur'an-ı kerimin, İslam dininin bize emrettiği şeylere bakalım. Bunlar bize ahlakımızı, bedenimizi ve kullandığımız şeyleri temizlemeyi emrediyor. O halde demek oluyor ki, hakiki medeniyet esasları bizim dinimizde bulunmaktadır ve Orta Çağdaki İslam medeniyeti ancak bu sayede meydana gelmiştir.
Şimdi milletimiz ne yapıyor? İslamiyet iyi bilinmediği için, unutturulduğu için, her şeyden evvel tembeldir. Allahü tealanın emir ve yasaklarına pek ö Nem vermez. Zevke düşkündür. Çabuk yorulur. Adam sendecidir. Bir bina yapar, ta'mirine üşenir. Az çalışıp çok kazanmak ister. Bir işe başladıktan biraz sonra gevşer. Bulgarlar "İşe Türk gibi başla, Bulgar gibi bitir!" derler. Memleketimizdeki, dedelerimizden kalma, mu'azzam san'at eserleri bakımsızlık ve ta'mirsizlikten dol ayı harab olmaktadır.
Önce, Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdikleri Doğru imanın ne olduğunu öğrenelim. Sonra, bu öğrendiğimize uygun olarak inanalım. imanı bozuk olan, Allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşamaz. O'nun rahmetinden, yardımından mahrûm kalır. Rahatı, huzûru bulamaz.
imanımızı düzelttikten sonra, ahlakımızı da düzeltmek, İslamiyyete sımsıkı sarılmak yani Allahü tealanın ve Peygamberimizin emirlerine ve yasaklarına uymak, kalblerimizi temizliyerek, nefslerimizi ve sıhhatimizi ıslah etmek lazımdır. Böyle yapanların kalbi, hep iyilik yapmak ister. Kötülük yapmak hatırına bile gelmez.
Rûh ve kalb temiz ve beden kuvvetli olunca, el ele vererek kardeşçe ve son derece dürüst olarak çalışmak kolay olur. din düşmanlarının, münafıkların ve mezhebsizlerin sözlerine, propagandalarına aldanmamalıdır. Eğer böyle hakiki müslüman olur ve faideli işler yaparsak, Kur'an-ı kerimin Tin sûresinde beyan buyurulduğu gibi, Allahü teala bizden razı olur, bize yardım eder. Eğer imanımızı düzeltmez ve Muhammed aleyhisselamın dinine uymaz ve hayırlı iş görmez, sapık, bozuk inanışlar uğruna döğüşür veya kendi şahsi menfaatlerimiz için gayrı meşrû' yollara saparsak, ALLAH bizi aşağıların aşağısı yapar.
Kaynak: http://www.yararlibilgiler.net/medeniyet-nedir/
Medeniyet ve Uygarlık Nedir?
Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun veya diğer zeki canlı türlerinin, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder. Uygar kelimesi, yerleşik hayata ilk geçen Türk kavimi olan Uygurlardan gelmektedir.
Medeniyet ve uygarlık kavramları çoğunlukla aynı anlamda kullanılmakla birlikte, uygarlığın daha geniş bir anlam taşıdığını ifade etmek mümkündür.
Medeniyetin, belirli bir insan topluluğu veya topluluklarının belirli bir coğrafya üzerinde ve belirli bir zaman içinde ortaya koydukları değerlerle sınırlı olmasına karşı; uygarlık kavramının, binlerce yıl devam eden gelişmeler sonunda, insan aklının, bilim ve teknolojisinin katkısı ile ortaya çıkan ve tüm insanlığın eseri ve malı olan evrenselliği sözkonusudur. Uygarlığın doğuşuna ve yükselişine Çin'den Uygur ve Orta Asya Türklerine; Hindistan'dan ve Mezopotamya medeniyetinden eski Mısır medeniyetine; Ege kıyılarındaki antik çağ sitelerinden Roma'ya; Batı Avrupa'da aydınlatma çağını yaratan, sanayi inkılabını gerçekleştiren milletlere ve nihayet Amerika ve Uzak Doğu'daki Japonlar'a kadar, tarih boyunca sayılamayacak kadar çok ülkenin ve ulusun katkısı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Medeniyet Nedir?
Alm. Zivilization, Fr. Civilisation, İng. Civilisation.
Memleketleri îmâr ederek, insanları sosyal, ekonomik, kültürel ve ahlâkî yönden refah ve huzûra kavuşturmak. Medeniyet kelimesi Arapça olup, “medîne” kökünden gelmektedir ve “şehir” demektir.
Medeniyet Üzerine..
Medeniyetin çok çeşitli târif ve îzâhları yapılmıştır.
İnsanlık târihi boyunca yeryüzünde iki çeşit medeniyet görülmüştür. Bunlardan biri ilâhî dinlere inanan cemiyetlerin ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsız insan topluluklarının medeniyetleridir. Günümüzde meşhur olarak bilinen eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma medeniyetleri, putperest toplumların dünyâ hayat anlayışlarının bir görünüşüdür. Bu toplumlarda birçok tanrıya inanılır, bu tanrılar insan gibi düşünülür, heykelleri yapılır, tapınaklarda onlara tapınılır ve saçma sapan birçok şeye inanılır, bâzı insanlara bilhassa krallara (Firavun, Nemrud, Promethe, Afrodit vs. gibi) hulûl ettiklerinden bu krallar yarı tanrı kabul edilirdi. Buna göre şekillenen günlük hayatta, insanlar: Asiller, aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve çeşitli isimler altında sınıflandırılır; hâkim sınıflar diğerlerini dînî, ekonomik ve beşerî bakımından sömürürler ve zulmederlerdi. Bu farklılık öldükten sonra mezarda da kendini gösterir; üstün sınıflar için piramitler, kral mezarları gibi büyük mezarlar yapılırdı. Çoğunda kadınlar ikinci sınıf insan muâmelesi görür ve bâzılarında orta malı şeklinde düşünülürdü.
Zevkleriyse Atina’daki hipodromlarda insanları çırılçıplak spor müsâbakalarına sokmak; çeşitli adlar altında tertipledikleri eğlencelerde bol bol şarap içerek her türlü çılgınlığı yapmak ve Roma’daki hipodromlarda köle yapıp “gladyatör” dedikleri insanları birbirleriyle ölümüne döğüştürmek ve günlerce aç bırakılmış arslanlara parçalattırmak vahşetiyle aynı cinsler arasında sapık münâsebetlerde bulunmak âdiliği olarak tezâhür etmiştir. Böyle cemiyetlere medenî denilemeyeceği meydandadır.
İlâhî dinlerden olan ve Avrupa başta olmak üzere, zamanla dünyânın çeşitli yerlerine yayılan Hıristiyanlık dînine bağlı olanların ortaya koydukları medeniyet ise Hıristiyan milletlerin eski inanç, örf, âdet ve anlayışlarıyla karışarak yarı putperest bir medeniyet olmuştur. Hazret-i Îsâ’nın göğe çekilmesinden çok kısa bir zaman sonra Yahûdîlerin tertip ve teşvikiyle bozulmaya başlayan Hıristiyanlık, felsefecilerin, papaların ve Avrupa krallarının müdâhaleleriyle daha çok bozulmuş, anlaşılmaz, karmakarışık merâsimlerden ibâret bir din hâline gelmiştir. Bu hâliyle papaların elindeki Hıristiyanlık, mensuplarını dâimâ ilerletecek bir dinamizmden mahrum, sosyal hayâtı düzenleyici prensiplerden uzak, insanlığı olgunlaşıp yükseltici yol ve usûllerden habersiz olarak cihanşümûl bir medeniyeti doğurucu ve besleyici olamadı. Her türlü fen bilgisinin, ziraî, sınâî, sıhhî, pedagojik ve diğer ilerlemelerin de en büyük mânisi oldu. Böylece Ortaçağ Avrupası; puthâneye döndürülmüş kiliselerle zâlim derebey ve kralların şatoları ve sarayları etrafında binbir çeşit hurâfeyle doldurulmuş kafalar; adâlet, merhamet, sevgi, saygı, cömertlik ve yardımseverlikten mahrum katı kalbler ve cehâletin kararttığı daracık ufukları içinde kaba, görgüsüz, pis ve yarı vahşî insanlarla doldu. İlim, fen, teknoloji ve teknik âletler asırlar boyunca olduğu yerde kaldı, hattâ geriye gitti. Hastalıklar çâresiz, hastalar bakımsız, fakirler ve köylüler hor ve zelil; ilim adamları, düşünen insanlar tehlikeli ve büyülü; kadınlar her türlü hakâret ve zilletin hedefi idi. Müslümanlar İspanya’yı fethederek burada bir İslâm medeniyeti kurdular. Haçlı Seferleri sonunda Avrupalılar, önce şaşkınlık ve hayranlık içinde bocaladılar. Sonra yavaş yavaş uyanarak çocuklarına Endülüs Üniversitelerinde fen bilgileri tahsil ettirmeye; İslâm âlimlerinin yazdığı fen bilgileri kitaplarını kendi dillerine çevirmeye ve Müslümanlarda gördükleri teknik âletleri yapmaya başladılar. Bu arada İslâm âlimlerini eski Yunan filozoflarının bozuk kitaplarına verdikleri ilmî, inandırıcı cevapları okuyarak içine düştükleri bataklıklardan kurtulmağa çalıştılar. Bu hal, İslâmiyetin üstünlüğü karşısında ezilen ve papazların aforoz tehdidiyle suskunluk içinde olan Avrupalıları bu defâ eski Yunan mitolojisini incelemeye, öğrenmeye sevketti. Öğrendiklerini resim, heykel, felsefe ve edebiyat eseri, müzik bestesi olarak kendilerine göre tekrar yazıp yayarak yeni bir yol tuttular. Bunlara “rönesans”, Hıristiyanlık dîninde yaptıkları yeni değişikliklere de “reform” adını verdiler.
Böylece Avrupa’da; gün geçtikçe tesiri azalan ve bir süs unsuru hâline gelen bir kilise hayâtı ortaya çıkarken, öte yandan, rûhî açıklarını tatmin için sık sık değiştirdikleri sanat ve estetik anlayışlarıyla maddî refahı hedef alan bir ilim, teknoloji ve sanâyileşme başladı. Fransızların dünyâya övündükleri Versay (Versailles) Sarayı'nda bir hamam bile yoktu. Su ve temizlik düşmanlığı, papazlardan sonra, krallarda, asillerde ve halkta da yaygındı. Hattâ papazlar yıkanmaya karşı gelerek sırtlarındaki kir kalınlığına göre birbirlerini derecelendirirlerdi. Müslüman milletlerden ve bilhassa Osmanlılardan görüp öğrendiklerini tatbik ederek, üzerinde asırlar boyu çalışıp geliştirerek bugünkü ilmî ve teknolojik seviyelerine ve ihtilâllerle yerleştirilen rejimlere ulaştılar.
Günümüz dünyâsında bir Hıristiyan medeniyetinden bahsetmek mümkün değildir. Çünkü Hıristiyanlığın, Hıristiyan denilen milletlerde bir fantazi ve tesellî kaynağı olarak kabul ettikleri üç tanrı inancı (teslis), bir süs eşyâsı olarak taşıdıkları haçlarla her türlü eğlencelerinin sembolü hâline gelmiş şarap ve kilise korolarından türemiş çılgın bir batı müziği ve bunların neticesi olarak hergün süratle artan ahlâkî çöküntüye medeniyet demek mümkün müdür?
Medeniyet tasnifleri içinde, her bakımdan mükemmelliğe erişmiş, yüksek ve bütün olgunlukları içinde bulunduran hiç kusursuz olan İslâm medeniyetidir. İslâm medeniyeti; İslâmiyetin vâzettiği îmân, îtikâd, amel ve ahlâk esasları, cemiyet hayâtı, idâre prensipleri ve dünyâ nîmetlerinden insanın yaratılış maksadına uygun olarak faydalanma erginliği ile bütün dünyâya hitâbeden, her türlü görüş, düşünce ve fikirlerin doğru ve iyi taraflarını varlığında bulunduran ve zamânı (çağları) peşinde sürükleyen, insanlık târihi boyunca yaşanmış en ileri ve parlak bir medeniyettir. Bunu iyi anlamak için İslâmiyeti doğru bilgilerle iyi öğrenmek ve tanımak şarttır.
İslâm âlimleri medeniyeti “tâmir-i bilâd, terfîh-i ibâd” şeklinde târif etmişlerdir. Bu târif kısaca: “Beldelerin îmâr edilerek insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak rahat ve huzur içinde yaşayacak şekle sokulması; insanların da rûh, madde, fikir ve ahlâk bakımından yükselmesidir.”
İslâmiyet, medenî insanın ve medeniyet sâhibi toplulukların îmân, ibâdet, iş, ahlâk ve cemiyet hayâtında uyması gereken her şeyi bildirmiştir. Bunlar, Allahü teâlânın bildirdikleri, Resûlullah’ın öğrettikleri, Eshâb-ı kirâmın naklettikleri ve mezhep imâmlarının açıkladıklarıdır. İnsanlığın bunaldığı her şeyin çözüm ve çâresi onların içinde mevcuttur.
Müslümanların târih boyunca kurdukları bütün medeniyetlerin kaynağı, mümtaz örneği ve rehberi, asr-ı saâdettir. O devirdeki İslâm medeniyeti sonra gelen Müslüman milletlerin daha çok benzemek için çırpındıkları ötelerin ötesindeki bir nurlu idealleri olmuştur. Araplar, Afrika kavimleri, Asya’da Gürgâniye, Harezmşahlar gibi meşhur Müslüman milletler ve Müslüman Türkler, bugün bile gıpta edilen, imrenilen medeniyetlerine bu yolla ulaşmışlardır. İslâmiyet, belli milletlere değil, bütün insanlığa her devirde en yüksek medenî seviyeye ulaşmak için lâzım olan her şeyi bildirmiştir. Bu bakımdan İslâm medeniyeti cihânşümûl bir medeniyettir. Ancak milletlerin bu cihanşümûl medeniyete ulaşma dereceleri, İslâmiyeti iyi öğrenme, doğru anlama ve İslâmiyete tam uyma derecelerine göre farklı olmuştur. Bu milletler içinde Osmanlı Türklerinin bâzı dönemlerde yükseldikleri seviye, hepsinden ileri olmuştur. Bu sebeple altı asır boyunca bütün dünyâya her şeyiyle mükemmel bir medeniyet nümûnesi göstermişler, buna da Türk-İslâm Medeniyeti adı verilmiştir. İstanbul, bu medeniyetin sembol şehri, İstanbul’da yaşayanlar da, sembol insanı olmuştur.
Günümüzde bütün dünyâ milletleri bu medeniyetin hayranlığını dile getirmekte, dünyâdaki pekçok ilim adamı, vakıf, yayınevi, araştırma teşkilâtları insanlığın günlük hayâtından en girift meselesine kadar içine düştüğü buhranlara çâre bulmak için, bu medeniyeti incelemektedir. Anlayabildiklerini başta Amerika olmak üzere, tatbik ederek ilerlemekte, sıkıntılarını azaltmaktadır. Medeniyeti, ne sâdece gelişmiş ve ileri bir teknoloji olarak ele almak ne de sanat, edebiyat, estetik duygu ve düşüncede yükselmişlik olarak kabul etmek doğru değildir. Geçmişte ve günümüzde de her iki vasfa sâhip cemiyetler vardır. Medeniyet için her iki unsurun gerektiği kadar ve ölçülü bir şekilde mevcudiyeti şarttır. İlim ve teknikte çok ileri olan memleketlere bunları ne yönde kullandıklarına bakmadan medenî demek büyük bir yanlışlıktır. Bunlar medeniyeti göstermez. Bunları medeniyet sanmak her silâhlıyı gâzi, mücâhid sanmak olur. Halbuki bunlara sâhip olan eşkiyâlık da yapabilir.
İnsanoğlu giderek dünyâyı ve tabiatı daha çok kontrol altına almakta, ancak rahatı, refahı ve huzuru sağlamak konusunda aynı başarıyı gösterememektedir. Yirminci asırda dünyânın içine düştüğü buhranın kaynağında da bu yatmaktadır. Bütün dünyâda inançların giderek unutulmaya yüz tutması sebebiyle, mânevî değerlerin zayıflaması, çeşitli buhranlara ve sıkıntılara sebep olmaktadır. Medeniyetlerin güçlenmesi ve yaygınlaşması teknolojiyle inancın birbiriyle çok iyi bir şekilde telif edilmesine bağlıdır. Maddî sahadaki gelişmeler gibi sâdece mânevî sahadaki gelişmeler de kâfi değildir. Astek medeniyeti, İspanyolların silâhlarına tahta kılıçla mukâbele etmesi sebebiyle çökmüştür. Kezâ “hamam medeniyeti” diye de tâbir edilen Roma medeniyetinin yıkılışı da ahlâksızlığı sebebiyle olmuştur. Müslümanlar, İslâmiyeti ***ürdükleri yerlere, İslâmiyetin gereği olan medeniyeti de berâber taşımışlar, insanlarının refah, huzur içerisinde kardeşçe yaşamasını sağlamışlardır. Bu medeniyetin bir parçası olan sanat dalında o bölgelere yollar, köprüler, hamamlar, kervansaraylar, ibâdethâneler, çeşmeler, su kanalları yapmışlardır. İslâm sanatı, Müslüman milletlerin ortaya koyduğu ortak bir sanattır. İslâmiyet, insanın dünyâ ve âhirette huzur içinde yaşamasını isterken ondaki güzellik duygularını ve sanat merâkını da ortaya çıkarır. İslâm sanatları içerisinde mîmârî, edebiyat, minyatür, kitap süsleme, tezhip, el sanatları, hüsn-i hat, ağaç ve mâden sanatları, çinicilik, kakma, oyma çok ileri gitmiştir. Müslümanlar her gittikleri yerlerde mîmârî eserler yaptırmışlardır. İspanya’daki Kurtuba Câmii, işgal altında bulunan Mescid-i Aksa Câmii, İstanbul’daki Süleymâniye, Edirne’deki Selimiye câmileri İslâm mîmârî sanatının bir şâheseridir. İslâm sanatı Emevîler zamânında başlamış, Abbâsî, Fâtimî, Eyyûbî, Memlûk, Selçuklu şeklinde gelişerek nihâyet Osmanlılın doğu sanatlarıyle batı sanatlarını sentez etmesiyle yüksek ve geniş kubbeli direksiz câmiler, yüksek kemerli köprülerle zirveye ulaşmıştır. Bugünkü modern mîmârî sanatı, Osmanlı mîmârî sanatını örnek almıştır. Osmanlı mîmârî sanatına paralel olarak Hindistan-Türk mîmârî sanatları da çok ileri gitmiştir. Şah Cihan’ın yaptırdığı Taç Mahal, bu eserlerin en muhteşemidir. İslâm dünyâsında yetişen âlimler de, birçok ilmin kurulmasına önderlik yapmışlardır. İmâm-ı Şâfiî hukuk usûlünün, İmâm-ı Muhammed devletler hukûkunun, İbn-i Haldûn târih sosyolojisinin, İbn-i Heysem fizik ve optik kısmının, Harezmî cebirin, Cezeri sibernetiğin temellerini atmışlardır. Yine yetişen binlerce âlimin yazdığı sayısız kitaplar, asırlarca ilim âlemine ışık tutmuş medeniyetin yükselmesine yardımcı olmuş hattâ Avrupa bunlara sâhip çıkmış ve kendi adamlarına mâletmiştir.
Kaynak: http://www.delinetciler.net/forum/genel-kultur/99385-medeniyet-ve-uygarlik-nedir.html
Medeni insan,sorulara kızmadan cevap veren diyaloğa açık,hoşgörülü,hümanist,kendiyle barışık,insan haklarına saygılı,haksızlığa isyankar,tükürdüğünü yalamayan ve de yere tükürmeyen insandır. (12.05.2009 18:54)
Bir Alman düşünür şöyle der: 'En medeni insan karanlıkta dahi esnerken ağzını kapatan insandır.'
Ben bu sözden şunu anlıyorum: Karanlıkta esneyen bir insanı kim görür? Kimse görmez. Dolayısıyla da kimse ağzını kapatmadığı için onu ayıplayamaz...
Fakat sözü edilen insan, karanlıkta dahi esnerken ağzını kapatıyor. Neden? Çünkü o insanın her şeyden önce kendisine saygısı var. Öyleyse medeni insanı şu şekilde tarif etmemizin bir sakıncası yok sanıyorum:
En medeni insan, kendisine saygısı olan insandır... (05.01.2008 14:39)
Kendi ile barışık, özgüvenli, düşüncelerinde ve söylemlerinde tutarlılık olan, saygılı ve herkesle ortak bir noktada anlaşabileceğinin farkında olan, kendine ait fikirleri zorbalıkla değil aklın gücü ile karşısındakine anlatmaya çalışan.
Bulunduğu toplumun ferdi olarak o toplumu daha aydınlık bir yarına götürmeye çalışan.
Ben değil, biz olmaya çalışan.
Aklın yolu birdir diye diretmeyen. Anlamaya çalışan.
Yani iyi ve güzel ne varsa olsun diye çalışan.
Negatif ve kötü olanların da farkında olan ve onlarla baş etmeyi bilebilen biri...
Böyleleri var tabiki...Sayıları az da olsa var... (12.11.2006 10:05)
İslam üzere yaşayan ve H.Z.Muhammed Mustafa(S.A.V) peygamberi örnek alan insan profili (03.06.2006 13:40)
'Medeniyet Dediğin Açmaksa Bedeni, Desene Hayvan Senden Daha Medeni.'
MEHMET AKİF ERSOY. (03.05.2006 10:38)
Medeniyet suyu kullanmaktır. (17.04.2005 17:41)
Sehirli insn..
Kalabalik sehir yasaminin tikirinda ve hirsiz yürüyebilmesi icin, bir birlerinin haklarina, kanunlarin kapsama alaninin disinda kalan ara bölmelerde de digerlerinin haklarina saygili olmayi bilen insanlara ihtiyac vardir.. Bu ihtiyac sehir kültürünü dogurur... Bu sehir kültüründen haberdar olan adam demek oluyor bu medeni insan..
Medeni kelimesi de arapcada sehir manasina gelen Medine'den türeme... (05.10.2003 21:30)
Nedir sayfalarında pek sık rastlayamadığımız bir insan türü (05.10.2003 07:20)
Nerde ne yapacağını bilen.... (27.07.2002 19:23)
Kaynak: http://nedir.antoloji.com/medeni-insan/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder