4 Eylül 2023 Pazartesi

Beton Karışım Hesabı Programı

 Beton Karışım Hesabı Programı






Cross Metodu ile Alan Hesabı Programı

 Cross Metodu ile Alan Hesabı Programı


Umut ve İnanç!...

     Umutların kaybolduğu yerde inanç mı başlıyordu? Belki de inancımız da kaybolmuştur. 

    Anlatmak lazım, yüksek yüksek dağlara çıkıp haykırmak lazım ama kuytu bir köşede durup kendi derdimizle kavruluyoruz.

    Böyle mi olması lazımdı? İnsanlar mı çok değişti yoksa hep böyle miydi hayat? 

    Sizin pencerenizden de bakınca hayat çok kısa gelmiyor mu? Ecel ne zaman bilmiyoruz ama diyelim ki yüz yıl olsun, hatta yüz elli olsun... Yine de çok kısa değil mi? Ne yapılır yüz elli yılda? 

    Mevcut hayat şartlarını düşününce ilk yirmi sene bebeklik dönemi, eğitim dönemi diye bitiyor zaten. Sonraki on sene hangi işi yapacaksanız o işi öğrenmekle geçiyor. Sonraki on sene evlilik, bebek büyütme. Sonraki on beş sene çocukların eğitimi. Elli beş sene daha hiç bir şey yapmadan geçti gitti. On sene de emekliliği beklemekle geçiyor. Altmış beş yıl gitti farkında olmadan. Sizce hala yaşayabileceğiniz seksen beş yılınız kalır mı? Mevcut şartlar da eğer paranız varsa sağlık mafyasına bütün paranızı vermekle uğraşırsınız, paranız yoksa da bir köşede ölümü bekleyin derler.

    Gerçekten hayat bu mu? Bunun için mi bunca çaba, koşturmaca? Yoksa aklınızda delice fikirle mi var yapacağınız? En deli fikriniz ne acaba? Uzaya mekik gönderecek, marsa arabanızı gönderecek, twitter mı satın alacaksınız? Bunları yaparken bile elli iki yılınız geçmiş olacak. 

    Dünyada var olma amacımız ne? 

    Bu kısım da asıl suç hocalarımızın galiba. Gerçi onlar da zorla öğretemezler ya, zorla inandıramazlar kimseyi ama kendileri inanmış olsalardı biraz daha etki ederdi belki.

    Dünya hayatına dalmış gidiyoruz, hiç ölmeyecekmiş gibi devam ediyoruz yaşamaya. "Ölüm var Ya Ömer" sözünü hatırlatacak birileri de yok etrafımızda. Ayağımıza çivi batsa isyanlara başlıyoruz. Çiviyi kim koydu buraya deyip cezalandırmak istiyoruz. 

    Kuş bakışı değil de marsa gönderilen arabadan bakınca kendi halimize nokta bile olamıyoruz. Hiçlikte kaybolup gidiyoruz. Kendi benliğimizi o kadar çok yüceltiyoruz ki kibrimizin içerisinde mum gibi eridiğimizi fark edemiyoruz. 

    Galiba hepsi "Ahiret gününe iman" esasını atladığımızdan, iman etmediğimizden kaynaklanıyor. Zamanla öyle bir hale geliyoruz ki kendimizde hal görüyoruz hakkımız olmayanları. Hakkını savunamayan biri olduğunda bütün kibrimizle ayaklar altına alıyoruz onun hakkın. Hiç ölmeyecek, hiç hesaba çekilmeyecekmiş gibi.

    Sürekli bir şeyler istiyoruz, kıt kaynaklarda sınırsız ihtiyaçlarımız! oluyor. Bir yerden sonra insan istemekten sıkılmaz mı, utanıp ar etmez mi? 

    Allah (cc) bize bu kadar şey bahşetmiş, yine de isteyin demiş ama hangi verdiğinin karşılığında kulluk vazifemizi yaptık ki yine de bir şeyler isteyelim. İşlediğimiz günahlara tövbemizin kabulü dışında daha ne isteyelim. 

    Örneğimiz Peygamberimiz ise, ne istemiş ki dünyalık biz de örnek alıp isteyelim. İsteseydi Karun'un hazinelerinden daha fazla malı olmaz mıydı? İsteseydi Süleyman (as)'dan daha heybetli hükümdar olmaz mıydı? Eceli geldiğinde baş ağrısı mı çekerdi? Bir tek duasına bakmıyor muydu bütün kainat. "Bilseler yapmazlardı" deyip ahiret hayatını dünya hayatına tercih etmedi mi? Bizim ahiretimizi de kurtarmak için dünyalık isteklerinden vazgeçmedi mi?


"Öleceğiz; müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!"

Necip Fazıl Kısakürek

Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...