23 Ocak 2015 Cuma

REZİL SEVDİĞİM

2004
Kahya’ya

Bu gece yine hüzünlüyüm galiba,
Seviyorum, seviliyorum ya da,
Bir şeyler söyle Rezil Sevdiğim.

Küsmüşsün cahilce bana,
Nefret etsem de aşığım sana,
Seviyorum işte Rezil Sevdiğim.

Âşıklar diyarı bizim buralar,
Beni saymazsan dostlar burdalar,
Yalnız âşık benim Rezil Sevdiğim.

Lal oldum kaç gündür, dilim varmıyor,
Yılların ardından gönül kanıyor
Bana tercüman ol Rezil Sevdiğim.

Kalbim yine parça parça ellerde,
Yâre sunmuştum onu geçende,
Ne yaptı gördün mü? Rezil Sevdiğim.

Sen beni anlayıversen ne olur?
Bir anlayan olsa gönül mest olur,
Anlamak için birazda yorul,
Bana yardımcı ol Rezil Sevdiğim.

Bir deli sevmiş gönül aklınca,
Ölmek istiyor, dostsuz kalınca,
Bana dost olsana Rezil Sevdiğim.

Resul Ekrem GÜNBEY


21 Ocak 2015 Çarşamba

Aşk Nedir?

Uçsuz, bucaksız bir deniz gördün mü?
Baktığında gözünün görebildiğince sonu olmayan,
Güneşin ışıklarının arkasında son bulduğu,
İçindeki milyonlarca canlıdan habersiz bakıp gördüğün bir deniz…

Gözlerini dolaştırıp dururken denizin yüzeyinde,
Aklın, fikrin, hayalin takılıp kaldı mı bir parıltıya şimdiye deyin?
Gözlerini ayırıp, başka yöne bakamadığın,
O lemanın içinde kaybolduğun bir an oldu mu hiç?

Şafak vakti güneşi seyrettin mi?
Bakakaldın mı saatlerce bıkmadan usanmadan?
Gün akşam olunca tekrar bekledin mi şafağı,
Payına düşen bir demet şuaya bakmak için…

Yüreğindeki ırmak, kendisine yüzlerce pınar bulup coştu da,
Tek bir baraj dahi kuramadığın oldu mu önünde?
O ırmaktan susuzluğunu giderecek bir damla su içemediğin oldu mu ya da?

Bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığında üzerine bir damla düşmediği bir an oldu mu?
Güneşli havada sırılsıklam dolaştığın ya da?

Yollar bitmesin diye yavaşça yürüdüğün,
Her attığın adımda dönüp ardına baktığın,
Günler geçince saatine baktığında,
Sadece beş dakika yaşadığını fark ettiğin bir hüzün yaşadın mı bu güne deyin?

Yüzlerce insan başucunda dururken,
Onlarcası senden medet umarken,
Nefes almak için göz ucuyla aradığın biri oldu mu?

Ayrılığında;
Kalbinin durduğu, durmaya can attığı,
Hayatının bittiği, bitmeye yüz tuttuğu,
Umutlarının söndüğü birini tanıdın mı?

Hiç düşündün mü, bunlar olurken neden diye?

Eğer düşündüysen bunları yaşamadın demektir.

Neden sorusunu soramaz ki bunları yaşayan.
Sadece yaşar sorgusuz, sualsiz…
Gücü yetmez sorgulamaya, düşünmeye, akletmeye…
Tek derdi vardır bunları yaşayanın, nefes almak…

Eğer karşısında değilse gönül güneşi,
Eğer bir damla su olup gidermeyecekse susuzluğunu,
Bir yağmur damlası olup ıslatmayacaksa vücudunu,
Nasıl nefes alsın ki bunları yaşayan?
Alamaz elbet…

Düşünmediysen şayet, o vakit vay haline!
Sönmeyecek bir ateşe düşmüşsün, eller ağlasın derdine.

Ve artık önünde iki yol vardır,
Ama senin elinde değildir yolların seçimi.
Bilemezsin hiçbir zaman ne olacağını.
Belki içindeki yaraya bir mehlemdir gideceğin yol…
Beklide bir neşterde o yolda atılacaktır kalbine…
Bilemezsin...

Tutulmuşsundur körü körüne denizdeki bir damlaya.
Belki bir rüzgârla uçup gidecektir,
Beklide yağmur olup sana düşecektir bütün ihtişamıyla,
Belki bir pınar olup ırmaklar coşturup seni boğacak,
Beklide susuzluğuna derman olacak,
Bilemezsin…

İki yol dedik değil mi?

Birinci yol:

Oda seni göz ucuyla arayacaktır nefes almak için,
Sana hasrettir oda,
Seni görmek için şafağı bekleyecektir,
Bıkmadan, usanmadan ülkeler dolaşıp seni arayacaktır Kerem misali…
Çünkü O Aslı’dır.
Asıl olan O’dur…

Onun da içini kemiren bir duygu vardır seninki gibi,
Dillendirmeye korktuğu,
Ağzına almaya çekindiği,
Hayâ ettiği...

Belki günlerce, belki aylarca, belki yıllarca,
Bekli de bir ömür sürecektir bu korku.
Çünkü habersizdir her şeyden, senden, tüm duygulardan,
Senin habersiz olduğun kadar…

Şayet günün birinde çözülünce lâl olan dillerden biri,
Hasret vuslata dönüşür,
Aydınlatmıştır gönül güneşi.
Ve bir huzur vardır iki gönülde de,
Bir esenlik vardır,
Bir yangın sönmüştür.
Derince bir nefes almak gerekir artık,
Bütün sıkıntılar, dertler, kederler bitmiştir artık.
Bir gül bahçesinde yolculuk başlamıştır,
Upuzun bir yolda iki Âşık vardır…
Gül kokularının içerisinde…
Ne yemek gerekir, ne de su…
Varsın nefes dahi almasın beden,
O gül kokusu tütmesin burunlarında,
Dünya dursun,
Güneş doğmasın,
Ay pervane olmasın dünyaya,
Sular akmasın ne çıkar…
Onlar her şeye sahiptir artık.
Habersiz oldukları tek şey, her şeydir…

Yürüdükçe güllerin solduklarının farkında değildirler,
Güneş doğmuştur ama onlara ne?
Ay pervane olmuştur kimin umrunda?
Bülbülde figan var kim duyar onu?
Onlar mest olmuşlardır, aşk kokusuyla,
Gül kimin umrunda…

Ya vakit geldiyse artık,
Güller solacaksa yeniden,
Bitecekse gül bahçesi aniden…

Fidelerde diken kaldı,
Yol bitti batak çıktı,
Kerem’in bağrı yandı,
İçinden bir ah! Çıktı,
Bu ah! her şeyi yakı…
O Aslı’ydı,
Asıl olan O’ydu,
Bu ah! O’nu da yaktı…

İkinci yol:

Bütün umutların son bulduğu kelime; keşke…
Hiçbir pişmanlığın fayda etmediği an,
Uçsuz bucaksız çölde, dilde kalan iki hece; keşke...

Dilim lâl kalsaydı,
Yüreğim çarpmasaydı,
Hayat feda olsaydı,
Keşke O yanımda olsaydı…
Dediğin bir yol…

İşte böylesine kalemin yazmayı direttiği,
Her harfine kelimelerin kılıç çektiği,
Aklım durup kelime bulamadığı,
Gözyaşının seller olduğu,
Dünyanın alt üst olup sükût bulduğu,
Güneşin ışıklarına meydan okuyan bir yangın misali yanıp duran,
Yakabildiği tek şey bir parça et olan, bir yol…

Değil bir ömür, binlercesini feda etmeye hazırken,
Onun ateşiyle böyle yanarken,
Bu yangında kalan bir tutam külken,
Tahir gibi zindana atılmışken,
Etrafını çevreleyen ona ait bir beden…
Çıkış yok,
Kaçış yok,
Bir demet olsun ışık yok…

Bunu ne anlatabilen var, ne de anlatabilecek,
Belki de binlerce insan bunu yaşayacak,
Binlercesi de bunu anacak.
Ama tüm dünya hayran olacak.
Bilmezler ki canı canana sunacak…

Fakat ne çare;
Can var ama canan yok,
Canan olmayınca can da yok…
Koskoca denizde bir damla su yok,
Gül bahçesinde solmamış gül yok,
Bülbülün dilinde ahu figan yok.

Canan olmayınca canlarda can yok…

Artık bir hikâyenin vakti geldi bence,
Anlatmaya söz verdiğim,
Beni derinden etkileyen,
Aklıma geldiğinde içimi yakan,
Vesilesi ben olduğum,
Ya da kendimi vesile olarak gördüğüm…

Günün birinde samimi bir dost vardı,
Her dem içim ona kuşkuyla bakardı…
Bilemezdim, anlayamazdım, hissedemezdim…
Ama O vardı…

Bir dosttu işte…
Bir şiirde dosta gerek gerçi,
Ama artık çok uzaklarda,
Elimi uzattığımda dokunamayacağım kadar,
Aklıma geldiğinde göremeyeceğim kadar uzaklarda bir dost…

O’da ikinci yoldaydı,
Keşke dediği,
Güneşin ışıklarına meydan okuyan bir yangının içinde olduğu bir yol…
Her sabah bir gül açardı onun için,
Ya da o öyle olduğunu hissederdi,
O’nun gülümsemesiyle neşe bulurdu Ali…
O hüzünlenince hüzünlenirdi…
Belki buna aşk demek hataydı…
Elif’in umrunda değildi Ali,
Fakat Elif için yaşadığını gösteriyordu hali…

Delice bir tutkuydu bu,
Karşılık beklemeden,
Amaç gütmeden,
Sonu olmadığını bile bile,
Ama yine de vazgeçmiyordu Ali…

Dili dönüp de söyleyemiyordu.
Ya diyordu,
Ya bir daha sabah güneş doğmazsa,
Ya O‘na ait gül solarsa,
Ya bu uzun geceler son bulmazsa…

Söyleyemedi işte,
Günlerce değil,
Aylarca değil,
Yıllarca söyleyemedi,
Korktu…
Bir daha O’na gülümsememesinden korktu,
Bütün hayallerinin son bulmasından korktu…

Belki o uçsuz bucaksız denizde kaybolacaktı,
Belki bir damla yağmur da onun için uçacaktı denizden,
Bilemedi hiçbir zaman…

Kendince üzüldü,
Yas tuttu,
Ama Elif’in ne hissettiğini bilemedi,
Bir aşk uğruna bir dostu kaybetmeyi göze alamadı…

Hiçbir pişmanlığa fayda etmeyen kelimeyi,
O iki heceyi,
Ben diyorum: Keşke!

Keşke bütün korkulara galebe çalan bir cesaretin olsaydı,
Keşke lâl olan dilinden Elif’e mersiyeler okusaydın,
Kasideler söyleseydin bıkmadan Alim…
Ama artık ne çare…

Bilirim,
Kendimden bilirim.
Bir yiğit bir aşk taşır gönülde…
Sadece bir aşk…
Bir kere âşık olur sadece,
Çünkü O Aslı’dır.
Asıl olan O’dur…
Eğer vazgeçmek istersen çaresi şudur:

Kalbinde ona ait bölgeyi imha edip,
O’nu değersiz yapmak olmakta böyle basit...
Ve sen de vazgeçme,
Bırak dünya dönmesin,
Şafak sökmesin,
Denizde susuz kalalım ne çıkar…

Çaresiz dertlere tiryaki oldum,
Senin yolunda yandım kül oldum,
Bahtı karayım ahu zar oldum,
Neredesin sevdiğim sen gelmez oldun…

Gelmesin sevdiğimiz bize ne?
Bizler sevilmeyelim,
Yaksın bizi bu aşk ateşi,
Son zerremize varıncaya kadar yaksın…
Yanan biz olalım,
Varsın Elif’ler hayat bulsun,
Aydınlansın o yangının aleviyle…

Kamber gibi Arzu’yla diz dize olmayalım,
Ama bu aşk da anlatılsın,
Bilsinler ki, Ali de âşıktı…
Bilsinler ki Ali de, âşıktı…
Diz dize değildi,
Ama göz ucuyla hep Elif’i arardı her şeye rağmen,
Belki göremedi,
Belki duyamadı sesini,
Ama yaşadığını bilmek O’na yeterdi…

Ne çileli yoldur bu,
Yoksulluk vardır,
Gariplik vardır,
Dert,  tasa vardır,
Yürüdükçe dermanı kesen bir yokuşu vardır…

Bu yolda kendince ikidir;

Ali gibi olanlar vardır;
Lâldirler, suskundurlar,
Anlatamazlar, anlatmazlar hiçbir şeyi…
İçten içe âşıktırlar…
Güneş doğsun, varsın benim olmasın…
Bülbül gülün dikeninde can versin,
Paramparça etsin yüreğini,
Varsın gül onun olmasın…

Ve birde bir an olsun cesaretini toplayanlar vardır;
Fatih misali…

Onlarda sonunu bilemezler,
Belki de o ana lanet okuyacaklardır…
Ama takdire şayan cesaretleri vardır…
İki kelime söylemişledir:
Ardından o iki heceyi diyecekleri iki kelime:
SENİ SEVİYORUM…

Ve ardından bir çöl karşılarındadır,
Sonu gelmeyen bir çöl,
Kimsenin olmadığı,
Hiç bir şeyin bulunmadığı,
Yolunu kaybetmişlerin bile uğramadığı…
Canını feda edeceği insan yok demiştir bir kez,
Olmaz demiştir…
Kızgın yağlarda yanmak isteyen biri vardır artık,
Ama yakmaz ki yağ,
Kızgın yağ bile yanar,
Getirin güneşi, güneş dahi yansın…
Aşk neymiş bütün âlem öğrensin…

İşte bunun hikâyesi:

Gün müydü? Gece miydi? Bilmiyorum…
Belki bir kış günüydü,
Bekli de bir bahar…
Ama bundan yıllar öncesi,
Benim olmadığım bir diyarda,
Değer verdiğim bir dost vardı…

Kimse nasıl olduğunu bilmeden,
Bugünleri göremeden,
Bir tohum atıldı bir gönüle, Ali misali…

Gün geçtikçe kök salan,
Daha da gür büyüyen bir tohum.

Zaman ilaç olmuştu sanki
Zaman, zahirde görünen bir ejderha,
Yuttukça ömrümü iştahlanıyor daha…

Belki bu günler bilinseydi ilaç denmezdi buna,
Lanet okunurdu zamana.

Ama günler yine akıp geçiyor,
Ömrümüzü yutuyor…

Gün geldi, tohumdu… Yeşerdi…
Filizlendi, fide oldu…
Günler geçti, aylar geçti, yıllar geçti…
Artık bir çınar vardı…
Kendinden emin, kökleri sağlam…
Bir dalı bin fideye denk bir çınar.

Artık vakit geldi diyordu,
Konuşsun artık şu dil diyordu.
Günlerce, haftalarca bunun hayaliyle mest oldu.
Konuşsun şu dil diyordu…

Ve vakit geldi, çattı…
Bir sonbahar gecesi,
Erzurum’un Aziziye çay bahçesi…
Saat gece on civarı,
İn cin uykuda…
Soğuğun kemiklerimize işlediği,
Herkesin artık şu sohbetin bitsin dediği,
Ama Fatih’in huzur bulduğu bir gece…
Bir değil, beş değil,
On beş dakika dahi değil…
Bize bir asır gelen,
Fatih’in üç beş dakikası olan bir gece…

Yanında O vardı,
Köklerini sağlam sanırdı…
Ve konuştular,
Anlattı defalarca…
Keşke diyeceği o sözleri söyledi;
SENİ SEVİYORUM…

Ve karşılığında elinde bir hiç vardı,
O cesareti topladığı ana lanet vardı…

Artık bir çınar yoktu,
Susuzluktan kurumuştu,
Dallarında yaprak yoktu,
Bıraksalardı, çöller dar gelirdi…

Sinem’den bir cevaptı beklenen,
Cevap vardı ama beklenen değildi,
Yok diyordu…
Bütün ısrarlara rağmen yok diyordu…

Ve bir beden, bir ruh, bir umut yok oluyordu…
Belki beden yok değildi,
Ama ruh yok olmuştu…

Bu tek kelimeydi,
Tek heceydi,
Ve tek şeyi yok etmişti;
Fatih’e ait her şeyi…

İşte böylesine dönen bir dünya var.
Kimileri âşıktı ve maşukları vardı,
Kimileri sadece âşıktı,
Aşk, gönüllerinde sönmeyen bir kor olarak kaldı,
Ve kimileri de karşılıksız ızdırabı yaşardı…

Bunlara rağmen dünya dönüyordu,
Aldırmadan, umursamadan dönüyordu,
Bir yerlere koşarcasına dönüyordu…
Aşka değer vermeden,
Aşk nedir bilmeden koşuyordu…

Aşk bilinmez ki…
Aşk, sadece yaşanır,
Sadece, aşk yaşanır…
Gönülde bir yangın başlamışsa,
O gönül bir viranedir,
Viranede yaşayan divanedir…
Uçsuz bucaksız bir çölde beklide…
Suyun olmadığı,
Azıcık bir gölgenin bulunmadığı,
Kavurucu sıcağa rağmen o çölde yaşanır…

Her aşkta hülyalar vardır,
Daima mutluluk hayal edilir,
Kavuşmak hayal edilir,
Bitsin artık şu ızdırab denir,
Ve yeminler edilir vazgeçmemeye;

Bizimkisi bir sevda,
Ne gül olup solacak,
Ne kan olup akacak,
Eğer bir gün son bulacaksa,
Bu ölümden olacak…

Artık bu şiir son bulsun…

Aşka dair gönlümden bir zerredir bunlar,
Dibi olmayan kuyuya atılan taştır bunlar…

Bilirim, merhem olmayacaktır kimseye bu dizeler,
Üç beş değersiz sözdür aşkın yanında…

Aşkı tarif ne mümkün,
Kalemim aşk dahi yazamaz,
Aşkı kimse anlayamaz,
Anlayanlar aşkı yaşayamaz…


Resul Ekrem GÜNBEY


20 Ocak 2015 Salı

Ben Sevmeyi Sevdim 4


Ben bir benim olanı sevemedim,
Gönlümdeki hilali sevemedim,
Başucumda duran güneşi sevemedim,

Ben kendimi sevemedim…

Ben Sevmeyi Sevdim 3


Yitikliğimi sevdim dört duvar arasında,
İnsanları sedim yalnızlığımda,
Hasreti sevdim kavuştuğumda,

Ben sevmeyi sevdim…

19 Ocak 2015 Pazartesi

Kısmet etmişse Mevla


Kısmet etmişse Mevla,
El getirir, sel getirir, yel getirir,
Kısmet etmemişse Mevla,
El götürür, sel götürür, yel götürür.

Nice insanlar gördüm


Nice insanlar gördüm,
Üzerinde elbise yok,
Nice elbiseler gördüm,
İçinde insan yok.

18 Ocak 2015 Pazar

Ben Sevmeyi Sevdim 2


Şafak doğarken geceyi sevdim,
Güneşli havada yağmuru sevdim,
Sana âşıkken elleri,
Ben sevmeyi sevdim...

17 Ocak 2015 Cumartesi

Ben Sevmeyi Sevdim 1


Bir daha ölmeyeceğim diye ölümü sevdim,
Beni sevmeyeceksin diye seni sevdim,
Üstüme katmer katmer geldi diye, dertleri sevdim,
Ben sevmeyi sevdim...

İstiklal Marşı


İstiklal Marşı'nın Osmanlı Türkçesi Metni

15 Ocak 2015 Perşembe

Bilgisayarla Sağdan Sola Doğru Yazı Yazmak (Osmanlı Türkçesi)

Bilgisayarla Sağdan Sola Doğru Yazı Yazmak (Osmanlı Türkçesi)

Bilgisayarınız da Arapça, Farsça, Osmanlı Türkçesi gibi sağdan sola doğru yazılan diller için klavye eklemenin nasıl yapıldığını kısaca anlatmaya çalıştım. İşinize yarayabilecek bir kaç font da ekledim. 


Aldhabi


Rika


FONTLAR

1- Aldhabi
2- Rika
3- Traditional Naskh Bold

İyi çalışmalar.

Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...