11 Ağustos 2011 Perşembe

Sütçü İmam Olayı

31 Ekim 1919 günü yerli Ermeniler Fransız askerleriyle birlikte şehri dolaşıyorlar ve önlerine gelen Türklere hakaretler ederek saldırılarda bulunuyorlardı. Bir grup Fransız askeri de hükümet konağındaki nöbetçi askere sataştılar, devleti küçültücü ve tahrik edici sözler söylediler, nöbetçiden fuhuşhaneyi göstermesini istediler. Oradan geçmekte olan bir posta dağıtıcısını da dövdüler. Bütün bu haberler şehre yayılıyor, patlamaya hazır Türklerin nefret ve kinini arttırarak, sabırlarını taşırıyordu.




Fransız askerleri hürriyetine bağlı şeref ve namusuna son derece düşkün bu uğurda ölümü hiçe sayan Maraşlıları, henüz tanımıyor her yaptıklarının yanlarına kalacağını sanıyorlardı. Türkler için son derece ıstıraplı ve ağır geçen bir gün yavaş yavaş sona eriyordu. İkindi üzeri bir grup Fransız askeri ve Ermeni eşkıyası kışlalarına dönüyorlardı. O sırada Uzunoluk Hamamı'ndan çıkmış ve evlerine gitmekte olan Maraşlı kadınları gören işgalcilerden biri onlara yaklaşarak "Burası artık Türklerin değildir. Fransız memleketinde peçeyle gezilmez" diyerek kadının peçesini açtı. Peçesi açılan kadın olayın şokuyla bayılınca diğer kadınlar da feryada başladılar. Hamamın yakınındaki Kel Hacı'nın kahvesinde bulunan Maraşlılar olay yerine gelerek Ermenilere uyarılarda bulundular. Fakat Bunları dinleyen olmadı. Bunun üzerine Çakmakçı Said ve Gaffar Kabuloğlu Osman, hanımları işgalcilerin elinden almak isterken dipçik ve kurşunla ağır yaralandılar. Bu sırada civarda küçük bir dükkanda süt satan ve olayları soğukkanlılıkla seyreden Sütçü Hacı İmam karadağ tabancasını alarak olay yerine geldi. Silahını kadınların peçesini açan ve Çakmakçı Said'i yaralayan Ermeni'nin üzerine doğrultarak ateşledi. Kurşun isabet eden Ermeni yere düştü diğerleri ise kaçtılar. Maraş' ta düşmana sıkılan bu ilk kurşun ile Türk milletinin işgalcilere ve Ermenilere yaptıklarının yanlarına kalmayacağı gösterildi.

Bu olayda Çakmakçı Said şehit düşmüş yaralanan Ermeni ise ölmüştü 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Şehri terk etmeyen İngiliz ve Fransız askerleri olay yerine yetişti. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Ancak olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin'i şehit ettiler. Bu arada Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar. Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam'ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir'in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayarak burun ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.



http://www.marasliyiz.biz/site/kahramanmaras/kahramanmaras-tarihi/sutcu-imam-olayi.html


9 Ağustos 2011 Salı

İSRA VE MİRAÇ OLAYI

İsra Olayı



İsrâ ve Miraç vakası Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatında cereyan eden en mühim hâdiselerden biridir. Çokça zikredilen geniş ifadesi ile Miraç iki kısımdır; İsra ve Miraç. İsrâ, kelime olarak, geceleyin yürümek manasına gelmektedir. Geceleyin sefere çıkan askerî birliğe seriyye denir. İsra bu kelimeyle aynı kökten türemiştir.



Miraç ise, yükselmek mânasına gelmektedir. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatında geçen bir hâdise olarak İsrâ ve Miraç denilince, hemen hemen aynı şey anlaşılmış olur. Bu, Kainatın Efendisinin bir gece, Mescid–i Haram'dan başlayıp Mescid–i Aksa'ya, oradan gökleri aşıp Sidre–i Müntehâ'ya, âlem–i imkân ile âlem–i vücub hududuna kadar ve daha ötesine ulaştığı bir yolculuğun adıdır.



Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu yolculuğa ilâhî bir lütuf olarak mazhar kılınmıştır. Bu yolculuğu Kainatın Efendisi ruh ve cesediyle birlikte, aynı gecede, uyanık ve kendinde olduğu hâlde gerçekleştirmıştır. Miraçla ilgili bazı ayrıntılarda âlimler arasında ihtilaf vaki olmuş ise de, hâdisenin Mekke'den Kudüs'e kadar olan kısmı âyet–i kerîmede sarih (açıkca) olarak ifade edildiği için, bu aşamayı değil inkâr tartışmak bile mümini dinden çıkarır.



Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid–i Haram'dan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid–i Aksa'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir..."(1)



Bu aşama, "İsrâ" yani "geceleyin yürütmek" kelimesi ile ifade edildiği için kelimenin mastarı olan İsrâ ile adlandırılmıştır. Kâinatın Efendisine özgü bu seyahatin devamı olarak göklere yükselme, ilâhî kurbiyete erme olayına da Miraç denilmiştir. Miraç'la ilgili bir takım hususlara her ne kadar Necm suresinde değinilmiş ise de, daha ziyade hadis–i şeriflerde sarih olarak açıklığa kavuşturulmuştur.



Mirac'ın Mescid–i Haram'ın hangi noktasından başladığı hususunda değişik görüşler vardır. Kâinatın Efendisinin Mescid–i Haram'da Hicr mevkiinden alındığı görüşü, aşağıdaki hadis–i şerife dayandırılmıştır:



–Ben bir gece Mescid–i Haram'da, Beytullah'da Hicr (Hatim)'in yanında uyku ile uyanıklık arasında iken, Cebrail Burak ile bana geldi…(2)



Mescid–i Haram'dan maksat, Kâ-be'nin çevresidir. Ümmü Hânî'nin evi de Mescid–i Haram'ın içinde bulunduğu için her iki açıklamadan aynı mâna çıkar.



Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mi’rac'a götürüldüğü gece için şöyle buyurdular:

–Ben Kâbe'nin avlusunun hicr kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında idim. Derken bana biri geldi, şuradan şuraya kadar göğsümü yardı. Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi imanla, hikmetle dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim yerinden çıkarılıp su ve zemzemle yıkandı. Sonra içerisi imanla doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak'tı. Ön ayağını gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirildim.



Miraç yolculuğunda Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem olağanüstü hâdiselerle karşılaşır. Allah Teala kulu ve Resulü Muhammed'e birçok ayetlerini gösterdi. Kâinatın Efendisi Burak'ın sırtında Kudüs'e doğru yol alırlarken, yolun dışından kendisini çağıran birine rastladı.



Kâinatın Efendisi, kendisi çağıran kişiye bakmaya yönelince.



Cebrail:

–Yürü! dedi. Yollarına devam ederler, sonra yaşlı bir kadına rastlarlar.

Kâinatın Efendisi:

–Bu nedir? diye sorar.

Cebrail:

–Yürü, dedi. Derken bir cemaate rastlarlar, bunlar selâm verirler.

Cebrail Aleyhisselâm:

–Selâma mukabele et, der. Kâinatın Efendisi selamlarını alır.

Cebrail Aleyhisselâm açıklamada bulunur:

–İlk seni çağıran İblis'ti, yaşlı kadın da dünya idi. Selâm verenler de İbrahim, Musa ve İsa idi.



Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz yolculuğu esnasında, arazi eken ve hasat yapan bir kavme rastlar. İnsanların hasadı kaldırmasının hemen sonrasında ekinlerin tekrar meydana geldiğini görürler.

Cebrail:

–Bunlar mücahitlerdir, dedi.



Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem daha sonra başları taşla ezilen bir kavme rastlar.

İnsanların başları eziliyor, sonra tekrar eski hâline dönüyordu.

Cebrail:

–Bunlar namaz kılmayan kimselerdir, dedi.



Sonra sadece avret yerlerinde örtü olan, hayvanlar gibi otlayan insanları gördüler.

Cebrail:

–Bunlar zina yapanlardır, dedi.



Sonra bir demet odun toplayan; fakat topladığını taşıyamayan bir adama rastladılar. Adam, elindeki demete sürekli yeni ilaveler yapıyordu.

Cebrail:

–Bu nezdinde emanet olup, emaneti eda etmeyen, fakat başka emanetler talep eden kimsedir, dedi.



Sonra dil ve dudakları kesilen ve her kesilişten hemen sonra dil ve dudakları tekrar eski hâline dönen bir kavme rastladılar.

Cebrail:

–Bunlar insanları fitneye çağıran kimselerdir, dedi.



Sonra küçük bir delikten çıkan büyük bir öküze rastladılar. Bu öküz çıktığı delikten tekrar geri gitmek istiyor ancak bunda muktedir olamadığını gördüler.

Cebrail:

–Bu, söz söyleyip ardından pişman olan; fakat istediği hâlde, artık sözünü geri alamayan kimsedir, dedi.



Mescid–i Aksa'ya kadar olan yolculukta görülenlerle ilgili olarak şöyle bir rivayet vardır. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki:



–İsrâ gecesinde Musa'ya uğradım. Kırmızı kum tepesinin yanındaki kabrinde namaz kılıyordu.(3)



Bir başka rivayete göre; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, geceleyin yürütüldüğü zaman hurmalık bir araziden geçerler.

Cebrail:

–İn ve namaz kıl, dedi. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iner ve namaz kılar.

Cebrail:

–Burası Yesrib'dir, dedi. Rivayetin devamında Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, aynı şekilde muhtelif yerlerde iner ve namaz kılar. Her seferinde Cebrail Aleyhisselam açıklama yapar:

–Burası Tur–i Sina, Allah'ın Musa ile konuştuğu yerdir.

–Burası İsa'nın doğduğu Beyt–i Lahm'dır.

–Burası Medyen'dir.



Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'den Kudüs'e gidinceye kadar birçok olayla ve değişik hâllerle karşılaşır. Kudüs'e, Beyt–i Makdis'e vardıklarında, daha önce peygamberlerin bineklerini bağladıkları bir halkaya Burak'ı bağladılar.



Bu arada Cebrail iki kap içecek getirir. Kaplardan birinin içinde içki, diğerinin içinde süt vardır. İki kap içecek Kainatın Efendisine sunulur. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz süt olan kabı alır ve içer.

Cebrail:

–Fıtrata uydun, der.

Sonra Mescid–i Aksa'nın içine girerler, orada meleklere imamlık yaparak cemaatle namaz kılarlar. Bir başka rivayete göre; bütün peygamberlerin ruhları Mescid–i Aksa'ya gelir. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, onlara imam olup, namaz kıldırır. Ardından Miraç yolculuğu başlar…



Miraç Olayı



Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Mescid–i Aksa'da yapacaklarını yapıp, göreceklerini gördükten sonra, göklere çıkmak için "Miraç" merdiveni yada asansörü kuruldu.

Bu durumu Ebû Saîd el–Hudrî Radıyallahu Anh Resûlullah'tan şöyle haber veriyor:

–Beytülmakdis'te olanları bitirdiğim zaman, Miraç getirildi. Ben ondan daha güzel bir şey görmemiştim. Ölüleriniz can çekişme anında gözlerini ona diker. Arkadaşım beni ona bindirerek, öyle bir kapıya yükseltti ki, o kapıya 'koruyucu melekler kapısı' denilir."

Bu kapıya şu âyet–i kerîme işaret etmektedir:

"Onları, taşlanmış, kovulmuş her şeytandan koruduk."(1)

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatıyor:

Böylece Cebrail ile dünya semasının kapısına kadar geldik. Cebrail kapının açılmasını istedi:

Gelen kim? denildi.

–Cibril! dedi.

–Beraberindeki kim? denildi.

–Muhammed! dedi.

–Ona Miraç daveti gönderildi mi? denildi.

–Evet, dedi.

–Öyleyse hoş gelmiş! Bu geliş, ne hoş geliştir! denildi. İçeri girince görevli bir melekle karşılaştık. Bu görevli meleğin ismi, İsmail'dir. Emrinde yetmiş bin melek olup, her bir meleğin emrinde de yüzer bin melek bulunmaktadır.

Mi’rac’ı anlatan Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadisenin burasında şu âyet–i kerîmeyi okur:

"...Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez..."(2)

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözlerini şöyle sürdürür:

–Derken karşımda bir adam gördüm ki, ilk yaratılışından hiçbir şey kaybetmemiş. İnsanların ruhları da ona arz ediliyor ve şöyle diyor:

–Müminin ruhu hoştur, güzel kokuludur. Bunun kitabını, iyilerinkilerin yanına koyun. Kâfirin ruhu ise, kötüdür, kötü kokuludur. Bunun kitabını da kötülerinkilerin yanına koyun.

–Ey Cebrail, bu kimdir? dedim.

Cebrail:

–Bu babanız Âdem'dir! Ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukabele etti. Sonra bana:

–Salih evlat hoş gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!(3) dedi.

Sonra bir topluluk gördüm, dudakları deve kulağı gibiydi. Onların başına bir kısım memurlar görevlendirilmişti. Bu memurlar, onların önce dudaklarını kesiyor, sonra da ağızlarına ateş taşlarını koyuyorlardı. Ağızlarına konan bu taşlar makatlarından çıkıyordu.

–Ey Cebrail, bunlar kimdir? dedim.

Cebrail:

–Bunlar dünyada yetimlerin mallarını yiyenler ve yetimlere haksızlık edenlerdir, dedi.

Sonra baktım, bir topluluk daha var, onların da derilerini kesip ağızlarına koyuyorlar. Sonra onlara "Dünyada yediğiniz gibi yiyin!" deniyordu.

–Ey Cebrail, bunlar kimdir?

Cebrail:

–Bunlar dünyada koğuculuk yapan, fitne çıkaranlardır. Bunlar insanların etlerini yiyen, insanlara söven, ırzlarına ve namuslarına saldıranlardır, dedi. Sonra baktım, birtakım insanlar vardı ki, önlerine bir sofra kurulmuş ve en güzel yiyecek ve etlerle donatılmıştı. Etraflarında da leşten, kokuşmuş etlerden yiyecekler var. Bu insanlar, bu güzel yiyecekleri yemiyorlar da o leşleri, pis kokulu yiyecekleri yiyorlardı.

–Ey Cebrail, bunlar kimdir?

–Bunlar zina yapanlar, dünyada Allah'ın helâl kıldığını bırakıp, harama yönelenlerdir.



Sonra baktım, bir topluluk daha var ki, karınları şişmanca. Bunlar Firavun ve ailesinin yolu üzere duruyorlardı. Firavun ve ailesi her ateşe atıldığında onların bulunduğu güzergâhtan gidip geliyorlardı. Firavun ve ailesi oradan geçerken, karınları şişkin bu insanlar yerlerinden havaya fırlıyorlar. Firavun ve ailesi de bu karınları şişmiş insanların üzerelerine basarak geçip gidiyorlar.

–Ey Cebrail, bunlar kimdir? dedim.

Cebrail:

–Bunlar dünyada faiz yiyenlerdir, dedi.

Sonra gördüm ki, bazı kadınlar göğüslerinden, bazı kadınlar da baş aşağı ayaklarından kancalara asılmışlar.

–Ey Cebrail, bunlar kimdir? dedim.

Cebrail:

–Bunlar dünyada zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlardır, dedi.

Sonra Cebrail ile birlikte daha fazla yükseldik ve ikinci kat semaya geldik. Cebrail kapıyı çaldı. Birinci kat semadaki konuşmalar tekrar edildi.

Orada iki teyze oğluyla, Yahya ve İsa ile karşılaştık. Giyim, kuşam ve suretleri birbirlerine benziyordu.



Cebrail:

–Bunlar Yahya ve İsa'dır, onlara selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Onlar da selâmıma mukabelede bulunduktan sonra:

–Hoş geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber! dediler.

Sonra Cebrail ile üçüncü kat semaya çıktık. Kapıyı çaldı, diğer katlarda geçen konuşmalar geçti.



Üçüncü kat semâda Yusuf ile karşılaştık. Ümmetinden kendisine tâbi olanlarla birlikte bulunuyordu. Yüzü, ayın on dördündeki dolunay gibiydi.

Cebrail:

–Bu Yusuf'tur. Ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukabele etti.

Sonra Cebrail ile dördüncü kat semâya çıktık. Cebrail kapıyı çaldı, diğer katlarda yapılan konuşmalar yapıldı.

Kapı açıldı. İçeri girdiğimizde, İdris ile karşılaştık.

Cebrail:

–Bu İdris'tir, ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. O da selâmıma mukabele etti. Sonra bana:

–Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! dedi.

Rabbimiz İdris Aleyhisselâm için şöyle buyurmuştur:

"Onu üstün bir makama yücelttik."(4)



Sonra Cebrail ile beşinci kat semânın kapısına geldik. Cebrail kapıyı çaldı, kapı açıldı ve içeri girdik. Orada Harun Aleyhisselâm ile karşılaştık.

Cebrail Aleyhisselâm:

–Bu, Harun‘dur. Ona selâm ver, dedi. Ben selâm verdim. O da selamıma mukabelede bulundu ve:

–Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! dedi.

Harun'un etrafında ümmetinden kendisine tâbi olan insanlar vardı.

Sonra Cebrail ile altıncı kat semâya yükseldik. O, kapıyı çaldı ve kapı açıldı.

Burada Musa ile karşılaştık.

Cebrail:

–Bu Musa'dır. Ona selâm ver, dedi. Ben selam verdim, o da selâmıma mukabelede bulundu ve:

–Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! Dedi.

Musa çok kıllı idi. Üzerinde iki gömlek olsa, kılları onlardan dışarı çıkardı.



Sonra Cebrail ile yedinci kat semâya yükseldik. O, kapıyı çaldı ve kapı açıldı. İçeri girince, İbrahim ile karşılaştık.

Cebrail:

–Bu, atan İbrahim'dir. Ona selâm ver! dedi. Ben selâm verdim. O da selâmıma mukabele etti.

Sonra:

–Salih oğlum hoş geldin, salih peygamber hoş geldin! dedi.

İbrahim sırtını Beyt–i Ma'mur'a dayamıştı. Orada bana:

–İşte senin yerin ve ümmetinin yeri burasıdır, denildi."

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem konuşmasının bu noktasında şu âyet–i kerimeyi okur:

"İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber ve ona iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur."(5)



Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatmaya devam eder:

–Sonra Beyt–i Ma'mur'a girdim ve içinde namaz kıldım. Beyt–i Ma'mur'a her gün yetmiş bin melek girer, bu melekler kıyamet gününe kadar geri dönmezler.

Sonra baktım, bir ağaç var ki, bir yaprağı bu ümmeti örter. Bu ağacın kökünden bir kaynak çıkıyor ve iki kola ayrılıyordu:

–Ey Cebrail, bu nedir? dedim.

Cebrail:

–Bu, rahmet nehridir. Şu da Allah'ın sana verdiği Kevser'dir, dedi. Bunun üzerine rahmet nehrinde yıkandım, geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı. Bundan sonra Kevser'in akış istikametini takip ederek cennete girdim. Cennette gördüğüm şeyleri anlatmamın imkânı yok; orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın kalbine gelmediği şeyler gördüm.

Sonra Sidretü'l–müntehâ'ya çıkarıldım. Sidre ağacının meyveleri Yemen'in Hecer testileri gibi iri idi. Yaprakları da fil kulakları gibiydi.

Cebrail Aleyhisselâm bana:

–İşte bu Sidretü'l–müntehâ'dır! dedi.

Görülecekler görülmüş, müşahedeler yapılmış ve nihayet zaman ve mekânın bittiği bir noktaya gelinmişti. Bu varılan nokta, Sidretü'l–müntehâ idi. Buradan sonrası hakkında hiçbir yaratılmışın ne bir bilgisi, ne de oradan öteye gitme gücü vardı. Buraya kadar Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e eşlik eden Cebrail Aleyhisselam bu son noktada durur.



–Buradan öteye gitmeye ne iznim var, ne de buna gücüm yeter, der.

Rivayet edildiğine göre; son sınır noktasına nurdan bir Refref gelir. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu noktadan sonra Refref ile yolculuğuna devam eder. Nurdan yetmiş bin perde vardır, bu perdelerin hepsinden geçilir. Burada ki perdeden kasıt, hiç şüphesiz bizim bildiğimiz perdeler değildir. Çünkü Sidretü'l–müntehâ'dan sonrasına akıl ve mantık dayanmaz. Orada olanları insanın cüz'i aklı kavrayamaz. Bu yüzden ne anlatılmışsa, ona o şekilde inanmak gerekir.

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Miraç gecesi sayılamayacak kadar çok âyetler ilâhî belgeler ve mucizeler gördü. İbn Abbas'tan gelen bir rivayette Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

–Öyle bir makama çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtılarını duyuyordum.(6)

Kâinatın Efendisi öyle bir makama, bir seviyeye çıkarılmıştı ki, kâinatın mukadderatının nasıl cereyan ettiğine vakıf oluyordu.

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Miraç'ı anlatmaya devam ediyor:

–Sonra öyle bir yerde durdum ki, tarifi olmayan bir ilâhî perde ile karşılaştım. O anda bir ses duydum:

–Orayı geç!

Bu ses üzerine ilâhî perdeyi geçtiğimi gördüm. Sonra yine bir ses duydum:

–Yaklaş!

Bu sesi belki bin defa duydum. Her duyuşta biraz daha ilerledim ve her seferinde bir makamı geçip, bir başka makama vardım:

–Yâ Muhammed! diye bir nida işittim. Bana bir dehşet, bir ürperti geldi, aklım başımdan gitti. Bulunduğum yerden düşeceğimi hissettim. Şimdiye kadar tatmadığım lezzetleri orada tattım. Birden bana evvel ve âhir ilmi keşfolundu. Korkudan tutulmuş olan dilim açıldı. Ardından beni saran korku sevince, gönül rahatlığına dönüştü. O korkudan kurtulunca, bana hamd ve sena etmem için emir verildi."(7)

"Bütün dualar, senâlar, malî, bedenî ibadetler, iyilikler ve ihsanlar hep Allah içindir. Allah'tan başkasına ibadet yapılmaz..." (Et–tehıyyâ–tu lillâhi ve's–salavâtu ve't–tayyibât...)



Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz bu senâyı, övgüyü yapınca, Allah Celle Celâluhu:

"Ey mertebesi yüce olan Peygamberim! Allah'ın rahmeti ve bereketi ile selâm ve selameti sana olsun!"(Esselâmü aleyke eyyühe'n–nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtühü) buyurur.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de cevaben şöyle buyurur:

"Selâm ve selâmet bize ve Allah'ın iyi kullarının üzerine olsun."(Esselâmü aleynâ ve alâ iba–dillâhis–sâlihîn)

Bu şekildeki hitabı işiten melekût âlemi, tek lisanla nidâ ederler:

(Eşhedü en lâ ilâhe ilallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü)



İlâhî huzurda Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem büyük nimetlere erer. İlme'l–yakin, ayne'l–yakîn olur. Bilme inancı, görme inancına dönüşür. Bakara sûresinin son iki âyeti bu makamda Resûlullah'a verilir.

"Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah'ın peygamberlerinden hiçbirisi arasında ayırım yapmayız. 'İşittik, itaat ettik.

Ey Rabbimiz! Affına sığındık. Dönüş sanadır.' dediler. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek, bizi sorumlu tutma.

Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.

Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme. Bizi affet.

Bizi bağışla. Bize acı. Sen bizim Mevlâ'mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."(9)



Resûlullah bu büyük ilâhî rahmete mazhar olur. Beş vakit namaz da bu makamda farz kılınır. Bu ilâhî makamda yaşananların şeklini ve boyutunu anlamanın imkânı yoktur. Bunu kelimelerle ifade etmek de mümkün değildir. Bütün denizlere oranla bir damla su misâli bu hadiseyi anlatmaya çalıştık. Her şeyin en doğrusunu Allah Celle Celâluhu bilir.



Vakit dolmuş ve geri dönülecektir. Yolculuğun geri kalanını tekrar Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den dinleyelim:

–Sonra bana, her günde elli vakit olmak üzere namaz farz kılındı. Huzurdan geri döndüm.

Dönüşte Musa ile karşılaştım. Musa:

–Ne ile emrolundun? dedi.

–Gece ve gündüzde elli vakit namazla, dedim.

–Ümmetin her gün elli vakit namaza güç yetiremez. Vallahi ben, senden önce insanları tecrübe ettim. Benî İsrail'e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım, buna muvaffak olamadım. Sen çabuk Rabbine dön, bu konuda ümmetin için hafifletme talep et, dedi. Ben de hemen döndüm, ümmetim için hafifletme istedim, Rabbim benden on vakit namaz indirdi.

Musa'ya tekrar uğradım.

Musa:

–Ne ile emredildin? dedi.

–Benden on vakit namazı kaldırdı, dedim.

Musa:

–Rabbine dön. Ümmetin için bunu biraz daha azaltmasını iste, dedi.

Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı. Dönüşte yine Musa ile karşılaştım. Aynı şeyi söyledi. Ben, beş vakitle emrolununcaya kadar bu şekilde Musa ile Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Musa ile karşılaştım.

Musa:

–Ne ile emredildin? dedi.

–Her gün beş vakit namazla, dedim.

Musa:

–Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da güç getiremez. Rabbine dön, biraz daha hafifletmesini talep et, dedi.

–Rabbimden çok istedim. Artık utanıyorum, daha fazla hafifletmesini isteyemem. Ben beş vakte razıyım. Allah'ın emrine teslim oluyorum, dedim.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Musa'yı geçer geçmez bir münâdi (Allah adına) nidâ etti:

"Farzını kesinleştirdim, kullarımdan da hafiflettim!"



Bir başka rivayette şu ifade de vardır.

"Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, beş vakit namazla gönderilince, Musa kendisine:

–Rabbine dön. Daha fazla azaltmasını talep et. Çünkü Benî İsrail'e iki vakit namaz farz etmişti, onlar bunu kılmadılar, dedi. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Rabbime tekrar dönüp daha fazla hafifletmesini istedim. Allah Teâlâ bana şöyle buyurdu:

"Gökleri ve yeri yarattığım zaman ben sana ve ümmetine elli vakit namaz yazdım. Öyleyse elli olan beştir. Sen ve ümmetin bunları kılın." Böylece anladım ki, bu beş vakit namaz Rabbim Teâlâ'dan kesin bir emirdir. Hemen Musa'ya döndüm. O yine "Dön." dedi. Fakat ben, artık geri dönmedim."(10)

Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Miraç'da geçmiş peygamberlerle konuştuğu konulardan biri de kıyametin mahiyeti ve onun ne zaman kopacağı idi.

Rivayet olunmuştur ki:

"Miraç gecesinde Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İbrahim, Musa ve İsa ile karşılaştığında onlardan kıyamet hakkında bilgi istedi. Kıyameti aralarında müzakere ettiler. Önce İbrahim Aleyhisselâm başladı ve ona kıyamet hakkında sorular sordular. Onun kıyamet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Musa Aleyhisselâm'a sordular. Kıyamet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz İsa Aleyhisselâm'a geldi. O:

–Kıyametin kopmasına yakın şeyler (alâmetler) hakkında bana bilgi verildi. Ama kıyametin kopma vaktini Allah'tan başka hiç kimse bilemez, dedi. Sonra kıyametin alâmetlerinden biri olarak, Deccal'in çıkmasını anlattı.

Şunları söyledi:

–Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk yurtlarına geri dönecek. Bu defa onların karşısına Ye'cüc ve Me'cüc çıkacak ve her tepeden hızla hücum edecekler. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt üst edecekler. Bunun üzerine halk feryat ederek, Allah'tan yardım dileyecek. Ben de Ye'cüc ve Me'cüc'ü öldürmesi için Allah'a dua edeceğim. Allah da bir su gönderecek ve o su, onları sürükleyip denize atacaktır. Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletilmesi gibi yayılıp genişletilecek. İşte bu hâdise meydana geldiğinde, insanlara yakınlığı itibariyle kıyametin, ev halkının doğumu ile aniden ne zaman karşılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadının doğurma süresi gibi olacağı bana bildirildi."

Râvi şöyle demiştir:

"Bunun tasdiki, Allah'ın Kitabı'nda da vardır:

"Nihayet, Ye'cüc ile Me'cüc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettikleri zaman."(11)



Dipnotlar:

1–Hicr sûresi, 17

2–Müddesir sûresi, 31

3–Buhârî, Salat 1, Enbiya 5, 22, 41, Menakıbü'l–Ensar, 42; Müslim, İman 263, 264

4–Meryem sûresi, 57

5–Al–i İmran sûresi, 68

6–Buhari, Salât 1, Hac 76, Enbiya 5; Müslim, İman 259, 263, Tevhid 37; Ahmed b. Hanbel, V, 143

7–Altıparmak" Muhammed b. Muhammed, s. 450

8–Elmalılı M. Hamdi Yazır, "Hak Dini Kur'an Dili", Sadeleştiren: İsmail Karaçam ve diğerleri, Azim Dağıtım, İstanbul, c.7, s.304

9– Bakara sûresi, 285–286

10– Nesâî, Salât 1 (1, 223–224)

11– Enbiya sûresi, 96; Prof. Dr. İbrahim Canan, "Kütüb–i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi", Feza Gazetecilik, İstanbul, c.17, s.573, Hadis no: 1245, 4081, 7232


http://www.serander.net/forum/index.php?topic=1415.0

24 Mayıs 2011 Salı

Kula bela gelmez HAK yazmadıkça;
HAK bela yazmaz Kul azmadıkça!...

29 Nisan 2011 Cuma

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Yazar : YAHYA KEMAL BEYATLI

21 Şubat 2011 Pazartesi

Oturma münkir ile yeme sancı

Oturma münkir ile yeme sancı
Pas alırsın paklamaz her kalaycı

Oturma ehl-i bidat ile zulami
Berbad eder eyler seni melami

18 Şubat 2011 Cuma

Bilmiyorum ki!..

Bilmiyorum ki nedendir bu göz yaşları,
Bilmiyorum ki neden yağar bu yağmurlar,
Bilmiyorum ki neden deniz yine dalgalanmış,
Bilmiyorum...

Gök yüzünde bulutlar süzülüyor,
Bir çukurda su birikmiş,
Çamur olmuş tokrak yine, nedendir?
Bilmiyorum...

Okyanusta bir damla suya ihtiyacım var,
Arıyorum ama bulamıyorum,
Bir damla, nerededir?
Bilmiyorum...

Ağlıyorum,
Bir damla arıyorum,
Göz yaşlarım nerede?
Bilmiyorum...

30 Ocak 2011 Pazar

Devekuşunun Hikâyesi

Devekuşuna demişler, "Kanatların var, uç." O da kanatlarını kısıp "Ben deveyim" demiş, uçmamış.
Sonra ona demişler, "Madem deveyim diyorsun, yük götür. O zaman kanatlarını açıvermiş, "Ben kuşum" demiş.

20 Ocak 2011 Perşembe

Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem.
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.

Mehmet Akif Ersoy

11 Ocak 2011 Salı

Derman arardım derdime derdim bana derman imiş.
Burhan arardım aslıma aslım bana bürhan imiş.

Sağu solu gözler idim dost yüzünü görsem deyü.
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş.

Öyle sanurdum ayrıyım dost gayridir ben gayriyim
Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş.

Savmu-u salat u hacc ile sanma biter zahid işin
İnsan-ı kamil olmağa lazım olan irfan imiş.

Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş.

Mürşid gerektir bildire Hakk’a sana hakk-al-yakın
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş

Anla hemen bir sözdürür yokuş değildir düzdürür.
Alem kamu bir yüzdürür görem anı hayran imiş.

İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün.
Hak’dan ıyan bir nesne yok gözsüzlere pünhan imiş.


NİYAZi-İ MISRI

Materyalist

O kadar materyalist bir düzenin içerisinde kaldık ki. Ağır geliyor. Söz konusu para ve paranın alabilecekleri olunca kimsenin gözü başka bir...